En iyilerimiz / Mücahid Haksever

Merhum Rehber’imiz: “Bu dava çok büyüktür, bu yüzden En İyilerimizi feda etmek gerekir” demişti. En İyiler bu davaya feda oldukları gibi hayatlarının mihverini davaları oluşturuyordu. 'En İyiler' sayesinde, davetçiler dava yükünün ağırlığını fazla hissetmiyordu. Çünkü yükün tamamına yakınını “En İyiler” yükleniyordu.

En iyilerimiz / Mücahid Haksever

Allah rahmet etsin, merhum Rehber’imiz: “Bu dava çok büyüktür, bu yüzden En İyilerimizi feda etmek gerekir” demişti. En İyiler bu davaya feda oldukları gibi, bu dava Allah’ın inayetiyle En İyilerin sayesinde ayaktadır. Bu En İyilerin dünyalık hiçbir kaygıları dertleri yoktur. Tabiri caizse aldıkları nefesin davalarına faydası yoksa o nefesi dahi almak istemezler.

28 Şubat döneminde, laik, Kemalist rejim, kendi varlık amacı olan, bu ülkede İslam adına ne varsa, her şeye savaş açma geleneğini sürdürdü. Geçmişte camileri at ahırına, eğlence mekanlarına çeviren bu zihniyet, 28 şubatta yine camileri hedef aldı. Bu defa farklı bir taktikle. Açık olan camileri kapatmak yerine, onları işlevsizleştirme taktiği. Bunun için de, camilerdeki İslami çalışmalara savaş açtı. Camileri basıyor Kur'an dersi veren insanlara işkence yapıyordu. 28 Şubat döneminde, bir defasında yine, bir camiyi bastılar. Cami imamını yaz tatili dışında ders veriyor gerekçesiyle, öğrencileriyle beraber emniyete götürdüler. Camiden getirttikleri küçücük çocuklara, sandalyede oturttukları hocalarının yüzüne tükürttüler. Ondan sonra da hocaya akıl almaz işkenceler yaptılar. Gözaltına alınan sadece hoca değildi. Hocayla beraber suçu Kur'an dersi vermek olan, birçok azılı suçlu (!) da gözaltına alınmıştı.

Gözaltındayken Hocanın dikkatini bir genç çekmişti. Bedenen zayıf ve çelimsiz ama imanen; rüzgarların, fırtınaların, kar ve tipinin sarsamadığı dağlar gibi olan bir genç. Hocanın, bu gencin dava yükünü yüklenmiş “En İyiler”den olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Gözaltında, bir hayvanın dahi dayanmakta güçlük çekeceği işkenceler yapılıyordu. Yüksek müzik sesi dahi insanların çığlıklarını, feryatlarını bastırmaya yetmiyordu. Gözaltı merkezi, o işkence ortamı, tıpkı mahşeri andırıyordu. Hani mahşer günü herkes “Nefsi nefsi” diyor ya. Herkes kendi canını kurtarma telaşına girer ya. Hani herkes kendi canını kurtarmak için, anasını, babasını, evladını, akrabalarını dahası,  وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ ثُمَّ يُنْج۪يهِۙ ﴿١٤﴾ yeryüzünde kim var kim yok herkesi fidye olarak verip o azaptan kurtulmak ister ya.(1) İşte, işkence merkezi de öyle bir yerdi.  Ama “En İyiler”den olan o genç, oradakilerin aksine “Nefsi nefsi” demiyordu. İşkenceci alçaklara avazının çıktığı kadar şöyle bağırıyordu: kardeşlerime işkence yapmayın. Her şeyi benim üzerime atın kabul ederim. Yeter ki kardeşlerime işkence yapmayın. Hani merhum N.F Kısakürek bir şiirinde diyordu ya; Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu? Dediği bir yer. Ama bu “En İyiler”den olan bu genç, o zor şartlar altında kendini değil, kardeşlerini düşünüyordu.

Zor durumda kalan birine acıkmak, insan fıtratında var. Ama zor durumda da olsa, o kişi ve kendisi arasında bir tercihte bulunmak zorunda kalırsa, kişi kendi canını başkasına tercih eder. Ama “En İyiler”den olan bu gencin kalbi diğerlerinin aksine kanla değil, imanla çarpıyordu. Kanla çarpan kalbin amacı bedene hayat vermektir. İmanla atan kalbin de amacı insanlığa hayat vermektir. İmanla atan kalbin sahiplerinin hedefi, kendileri değildir hiçbir zaman. Bunun içindir ki, “En İyiler”den olan genç, herkesin can havliyle  ben yapmadım ben etmedim çığlıkları atanların aksine, işkenceci alçakların yüzüne davasını haykırıyordu. İşkenceciler ona işkence etmekle beraber, tavırlarından onun davasındaki bu sadakatine saygı duyduklarını ima ediyorlardı. İşte bu dava bu kardeşimiz gibi “En İyiler” vesilesiyle bugünlere gelmiştir.

O günlerde, camilere gitmekle, hele de camide ders vermekle, bir kişinin idam fermanını imzalaması arasında bir fark yoktu. Ama bu “En İyiler” suç olarak görülen camilerde ders verme işini, kendilerine hayat felsefi yapmışlardı. Hayatlarının mihverini cami oluşturuyordu. Dünyalık bir iş yapsalar, cami saatine göre iş saatlerini ayarlıyorlardı. Bir ev alsalar, camiye yakın olup olmadığına bakıyorlardı. Misafir gelse, cami saati dışında kabul ediyorlardı. Hasılı, hayatlarının tamamını camiye ve cami çalışmalarına göre ayarlıyorlardı. İşte bu “En İyiler” sayesinde, davetçiler dava yükünün ağırlığını fazla hissetmiyordu. Çünkü yükün tamamına yakınını “En İyiler” yükleniyordu.

Özellikle eski mücahitlerin müteahhit olduğu bu günlerde, bu “En İyiler”in omuzlarındaki yük daha da ağırlaşmıştır. Rabbim onlardan razı olsun. Onların yüklerini hafifletsin. Bizlere de onlardaki o azim, o aşk ve o heyecanı nasip etsin ki, bizler de o yükü taşıma şerefine nail olalım. Başta kendi nefsim olmak üzere, bu eski mücahit yeni müteahhit kardeşlerime çağrım, bu kardeşlerimizin yüklerine el atmalarıdır. Diyeceksiniz ki bize bir şey demiyorlar ki. Doğrudur demiyorlar. Çünkü onların ahlakında böyle bir şey yoktur.

Sözlerime Merhum Rehber’imizin, Merhum Musa Abi hakkında söylemiş olduğu bir sözle son verirken, hepinizi Allah’a emanet ediyor, dualarınızı bekliyorum. “Şu bizim Musa’ya desek ki, Musa şu dağı del. Musa demez ki ben bu dağı delemem. O dağın büyüklüğünden korkmadan, sabırsızlık göstermeden, kazmasını küreğini alır, sürenin uzunluğuna bakmaksızın, o dağı delmeye başlar.”

1-Mearic suresi 14

Mücahid Haksever / Habernas