'Tarih, tevhid ve şirkin mücadelesi midir?' / Selahaddin Nasranlı

Tarih, ilmi anlamda hak-batıl davası olmasa da; hak ve batılın, tevhit ile şirkin, zalim ve mazlumun olduğu yer ve sahalar da muhakkak var.

'Tarih, tevhid ve şirkin mücadelesi midir?' / Selahaddin Nasranlı

Biz Müslümanlar olarak siyasal dindarlığımız, kurtulmaya olan susamışlığımız ve dava şuurumuz bize tüm tarihin; hak-batıl ve tevhit-şirk diyalektiği ile biçimlendiğini söylüyor. Bu görev sadece din değil, tarihin sırtını da yüklenmiş. Üstelik okuduğumuz kitabımız Kur’ân da böyle bir yaklaşım ile yani tarihe tevhidi, adlî ve ahlakî yaklaşmış.  Peki ama “Tarih; tevhid ve şirkin mücadelesi midir?”

Şu anlamlarda bakılırsa değildir: (1)

-Esasen tarih bir ilimdir, dava değildir. İlimlerin böyle hükmî, özel bir tarafı yoktur.

-Hem her olayı hak ve batıl olarak ayrıştırmak zor, bazen imkansızdır. Bunu İslâm tarihinde yapmak daha da zordur. Üstelik tarih, sadece Peygamberler tarihi ve siyerle de sınırlı değildir. Siyer ve Peygamberler tarihinde bu ayırım net ve bariz olabilir. Ya diğerlerin de! Osmanlı-Safevi Savaşı’nda hak kim, batıl kim?

-Üstelik hak-batıl ayırımı, hadiseleri ayırmakta, bazen tarihte bizi fakir bir tekdüzeliğe de itmektedir. Vukuatın çok yönlü olan izahını da zorlaştırır. Eğer bu yapılırsa tarihte toplumsal, maddi ve üretim amaçları gibi baskın nedensel bakışlar biter. Çok yönlülük son bulur.

-Bu şekilde hak ve batıl makamına yükselen tarihçi, hakim ve savcı makamındadır. Tarih de mahkemelik bir dava. Oysaki tarih işinde, dava neticelendirme olmaz. Tersine tarihçi, izâh makamında olmalıdır, hüküm makamında değil.

-Hak ve batıl ayrımı tüm yükü kişilere (Peygamber ve veli insanlara) yükler. Ama bu kişiler her olayda bulunmayabilir. Hem herşeyi onların ve fikrin üzerine yığmak da olmaz...

Tüm bunlara karşın, “tarihin vicdanı” olmalı değil mi? Geçmişte yaşamış yüce davalar ve insanlar da olduğuna göre, haklı ve haksız da olmalı, zalim ve mazlum da olmalı. Haliyle doğru ve yanlış da olmalı.

Şu halde tarih; ilmi anlamda hak-batıl davası olmasa da; hak ve batılın, tevhit ile şirkin, zalim ve mazlumun olduğu yer ve sahalar da muhakkak var. Yeri geldiğinde tarih, dobraca vakaya sadakatle tavrını da koymalı. Sosyal ilimler, insani ilimlerdir. İnsani yönleri vardır. Batılı anlamda salt objektif olabilecek bir sosyal ilim yoktur. Bu anlamda ruhsuz bir ilim, ancak emperyalist zihinlere hizmet eder. Salt objektivizim de bir ideolojik dayatmadır.

Kanımca tarih; ilim gibi hareket etmeli, bunda sorun yok. Ama uygun noktada hak-batıl ve tevhid-şirk şeklindeki diyalektik yüzünü de dobraca ve hakça göstermelidir. Bu hal, bize hem ilmi hem de ahlaki bir ilim sentezini gösterecektir. Hem de batılıların kurnaz “tarafsız ilimcilik” yani “insafsız ilimcilik” yaklaşımlarını bertaraf edecek, üstelik doğulu despotizmin istemediği adaletçi duruşu da tesis edecektir.

1-Bknz. Apak, Adem, İslâm tarihi 88 Soru, Bayan Yay., İst. 2019, S.25

Selahaddin Nasranlı / Habernas