Ben ölüyü yıkarken, o da etrafımdakilerle konuşuyordu

Ölülerin konuşmadıkları doğru değil. Aslında onlar öyle bir konuşuyor ki, en etkili hatiplerin anlatmaya güç yetiremeyecekleri, aciz kalacakları hakikatleri onlar, dillerini dahi tepretmeden anlatıyorlar. O kadarki, ölünün bulunduğu mecliste bulunup da etkilenmeyen kimse yoktur.

Ben ölüyü yıkarken, o da etrafımdakilerle konuşuyordu

Bir defasında bir kardeşimiz vefat etmişti. Çağırdılar yıkar mısın diye. Bu bir Müslümanın bir Müslümana karşı görevidir. Tabi dedim. Ben ölünün olduğu hastaneye gittim ve ölü kardeşimizi yıkamaya başladım. Orada olan ve yaşı benden büyük olan oğluna babasını yıkamamda bana yardım etmesini söyledim. O da ne? Çocuk babasına bakıp, yıkama işinde bana yardım etmeyi reddetti. Ellerinizden öper babamın beş yaşında bir torunu var. Adı Seyyid Huseyn. Bazen yaramazlık yaptığında ona kaşlarımı çattığımda kızdığımı anlar. Yaptığı işi hemen bırakır. Benim kızdığımı bilir çünkü. Ölüye baktım. Acaba o da oğluna bir şey mi yaptı diye. Ya da bir şey mi söyledi diye. Ölüye baktım. Hayır ölü konuşmuyor. Kaşlarına baktım. Kaşlarını mı çatıyor diye. Hayır o da yok. Parmağına baktım. Parmağını mı sallıyor diye. Yok. Yumruğuna baktım. Yumruğunu mu sıkıyor. Oda yok. Sağa çevirdim, sola çevirdim, emin olmak için. Yok. Adem oğlunun ölüsünün ihtiramı olmasa, üzerinde onu yıkadığım teneşir gibi, ruhsuz ve cansız. Baktım sorun ölüde değil, oğlunda. Şüphesiz oğlunun bu davranışı, yani bana yardım etmeyişi babasına olan öfkesinden değildi. Çünkü üzüntüsünden hüngür hüngür ağlıyordu. Peki neydi, bu adamın babasından dahi korkmasına neden olan şey? Çünkü o, ölümün soğuk nefesini bugüne kadar hiç bu kadar yakın hissetmemişti. Hep kitaplardan okumuştu. Eğer camiye gitmiş idiyse, cami imamından ya da bir sohbet ortamında duymuştu. Ama şu an ilk defa, ölümü naklen değil, canlı olarak izliyordu. Hem de televizyondan değil, çıplak gözüyle.

Ölülerin konuşmadıkları doğru değil. Aslında onlar öyle bir konuşuyor ki, en etkili hatiplerin anlatmaya güç yetiremeyecekleri, aciz kalacakları hakikatleri onlar, dillerini dahi tepretmeden anlatıyorlar. O kadarki, ölünün bulunduğu mecliste bulunup da etkilenmeyen kimse yoktur. Hiçbir hatip, sohbet meclisinde bulunan herkesi etkileyebilecek bir kabiliyete sahip değildir. Ama ölü, sessiz ve sözsüz konuşarak bunu başarabilen tek hatiptir. Onun dili kal dili(konuşma) değil, hal dilidir(davranış). Ölü, gönderilen tüm peygamberlerin, indirilen tüm kitapların, suhufların anlatmak istediği gerçek olan, كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ تُرْجَعُونَ  Her nefis ölümü tadacaktır. (1) gerçeğini, kısacık bir zaman diliminde, hal diliyle  anlatabilen tek hatiptir.

Hastaneye gittiğimde, ölünün adını biliyordum. Ama falanca bey nerededir diye sormadım. Mevta nerede diye sordum. Ölmeden önce adı, falanca bey, falanca iş adamı, falanca amir vs. idi. Ama şimdi ise kimse onu bu adla çağırmıyordu. Herkes ona mevta diyordu. Sağlıklarında hayattaki geçici makam ve mevkileriyle övünenler bir gün bu acı gerçekle karşılaşacaklar. İşte ölüm, herkesin bu gerçekle karşılaştığı gündür. Kefene sardım yıkama bittikten sonra Mevta’yı… Kefen dediğim, basit bir bezden yapılma bir kumaş parçası. Halbuki yaşarken hiçbirimiz bu bezden yapılan bir elbiseyi giymeyiz. Hem kumaşından dolayı, hem modelinden dolayı. Ne cebi var, ne pilesi. Ne yırtmacı var, ne düğmesi. Bin yıllardır değişmez hiç modası.

Sonra “MEVTA”yı daracık tabuta yerleştirdim. Kabirde konulacağı yer de, ancak o tabut kadar bir yerdir. Halbuki dünyadayken o ve biz, diğer insanlar metrekarelerce evlerinin onlara yetmediğinden şikayet ediyoruz. Şimdi o daracık yerde kalmaya mecbur kalacaklar, kalacağız. Hani şikayet ediyordun ya, yatağının ortopedik olmayışından. Şu an artık o sert ve tozlu toprağın içerisinde kalmaya mecbur kalacaksın ey Mevta. Üstelik tek başına. Penceresiz, kapısız, ışıksız, doğalgazsız en önemlisi de internetsiz. Orada bir ekran var tek bağlantı yeri Allah’tır. لَا يَتَكَلَّمُونَ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَقَالَ صَوَاباً ﴿٣٨﴾  Sadece Rahmân'ın izin vereceği ve doğru söyleyecek olan kimseler konuşabilecektir.” (2) O ekranda bir slayt gösterilecek. Bir sunum yapılacak. Sunumun konusu sensin, ama sunumu sen yapmıyorsun. Seyirciler de, aralarında Peygamberlerin, en yakın akrabalarının da olduğu tüm insanlık. Orada seni temize çıkaracak avukatlarında yok. İnkar et, edebilirsen. Ama nafile… “O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (3) Bir ömür çalıştın, bir sürü mal biriktirdin. Tam da onlara afiyetle yemek isterken, ölüm yakalamıştı seni. Şimdi yiyemediğin malların hesabını vermek ne acı değil mi? Ey Mevta! Beni geri gönder diye yalvarışların boşuna. Çünkü bu günün geleceğini bir ömür boyu dinledin okudun ve gördün.

Efendimiz (as)’ın insanlar için en büyük nasihat ölümdür demesi bundandır. Ölü bir bakışıyla yaratılış gayemizin ne olduğunu bize hatırlatan en etkili vaizdir. Şunu da unutmamak lazım. Ölüm, dolmuş hayat bardağının son damlasıdır. Bu son anımız, bu son nefesimiz, ahirette başımıza nelerin geleceğini gösteren en önemli mihenk taşımızdır:
 من كان اخر كلامه لااله الا الله دخل الجنة اي عند الموت Bir kimse son nefeste (hâlisan) kelime-i tevhîd getirirse, cennete girer...”  (4) Ve bir insan nasıl yaşarsa öyle ölür:
يموت الرجل على ما عاش عليه ويحشر على ما مات عليه “Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.” (5)

Rabbim bizlere iman üzere bir ölüm nasib etsin inşallah. Bir dahaki yazımızda buluşuncaya dek, Allah’a emanet olun. Dualarınızı bekliyorum.

1-Enbiya suresi, 35
2-Nebe suresi, 38
3-Yasin suresi, 65
4-Hâkim, Müstedrek, I, 503
5-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, V, 663

Mücahid Haksever / Habernas