Arz-ı Mev’ud mu, korkulan vaat mi?

Arz-ı Mev'ud Evanjelik aklın desteklediği ve Talmud’tan beslenen eski düşünceler, Trump-Pormpeo-Netanyahu koalisyonu ile yeni bir aşamaya taşınmıştır.

Arz-ı Mev’ud mu, korkulan vaat mi?

ABD’deki Evanjelist Siyonistlerin iç siyasetteki etkileri uzun zaman gündemimiz dışında kalmıştır. Hatta bu konudan bahsetmek komplo teorilerinin uzantısı olarak kabul edilmiş ve fazla itibar görmemiştir. Trump’ın işbaşına gelmesi ve kendinden önceki başkanlar zamanında alınan Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılması kararını onaylayıp büyükelçiliğini Telaviv’den Kudüs’e taşımasından sonra Evanjelist Siyonistlerin yaklaşımları daha fazla tartışılmaya başlanmıştır.

Dünyayı seküler demokrasi dersleriyle organize eden ve gerektiğinde, -Irak’ta olduğu gibi- müdahaleleriyle “seküler demokrasiyi yerleştiren (!)” bir sistemin dini referanslı bir anlayış ile ne ilgisi olabilir? Maalesef bu varsayım ve ön kabul birçok hakikatin fark edilmesine engel olmuştur.

Evanjelik Siyonistlerin ABD toplumunu şekillendirmeleri iç siyaset ile sınırlı kalsaydı dünyanın geri kalanını ilgilendirmiyor olabilirdi. Fakat bu aklın Ortadoğu’yu şekillendirme çabaları, dahası bu coğrafyada yaşanan her türlü şiddet, terör, işgal ve hukuksuzluğun arkasında olması ona daha dikkatli bakılmasını gerektirmektedir. Bu akıl, 1948’de Israil’in kuruluşunda, 1967 Arap-İsrail savaşında ve sonuçlarında; Teodor Herzl’in yolundan giden Netanyahu’nun İsrail’i bir Yahudi devletine dönüştürme çabalarında hep destekleyici unsur olarak var olagelmiştir. Bu bana ait bir tespit değildir. Konuya rasyonel bir yaklaşımla, içeriden bakanlar da aynı tespiti yapmaktadır.

Yani mesele sadece Trump ile sınırlı değildir. O sadece Pandora’nın kutusunu açmıştır.

“Karmaşık görünse de; İsrail sağ eğilimlerinin, hem dini hem de dışlayıcı ihtirasları, dünyadaki Hristiyan dini hareketler ve özellikle ABD’nin Hristiyan fundamentalistleri tarafından hararetle desteklenmektedir. Hristiyan Siyonistler, Eski Ahid’teki hükümleri yok sayarak, İsrail’in Batı Şeria’daki yerleşim faaliyetlerini onaylamakta ve finanse etmektedir. Bu anlayış, ABD Kongresi’nde güçlü bir destek bulduğu gibi, ABD’nin Ortadoğu politikalarının oluşmasında da önemli bir faktördür.” (International Relations of the Middle East, Oxford 2012, s. 249).

Trump ile birlikte yaşanan gelişmeler ve son olarak, yarım asırdır işgal ettiği Golan (Cülân) tepelerinin “İsrail’e resmen verilmesi zamanının geldiği” açıklamalarıyla ne kadar uyum gösterdiğini fark etiniz mi? Özetle alıntıladığım bu ifadeler bu günü ne kadar da tanımlıyor değil mi?

Oysa ABD’de uzun yıllar akademisyen olarak çalışmış ve Ortadoğu uzmanlığı ile haklı bir şöhret kazanmış olan Charles D. Smith’in bu tespitleri, Obama döneminde, 2012 yılında yayımlanan bir ders kitabında yer almıştır.

Aslında buradan iki hüküm çıkmaktadır. Birincisi ABD siyasetinde “endişeye mahal olacak” yeni bir şeyin olmadığıdır.

ABD’deki Hristiyan Siyonist akıl iç sistemi de zorlayarak, kurum ve kurulları pas geçip daima İsrail’in lehinde uygulamalara damga vurmuştur. Charles D. Smith’in tespitleri, 1967 Arap-İsrail savaşında, ABD idaresinin doğrudan bir siyaset üretmediği; o günkü ABD siyasetini İsrail’e yakın kişilerin Başkan Johnson’a empoze ettiğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde Başkan Nixon zamanında, ABD Dışişleri Bakanı William Rogers, BM’nin barış girişimlerine güçlü bir destek verirken; başkanı asıl etkileyen kişi, İsrail’in desteklediği Henry Kissinger olmuştur. Ki, bu sayede; Kissinger’ın ulaştığı şöhret ve ABD siyasetinde geldiği yer herkesçe malumdur. “Diplomasi” kitabı bütün uluslararası ilişkiler camiasında saygı gören bu zatın, esasında hangi akıl ile siyaset ürettiği bugün daha iyi anlaşılmaktadır.

İkinci hüküm ise endişe vericidir. ABD’deki arka kapı politikalarının Trump’ın siyasi değil, ticari dehası ile sistemin içine taşınmış olmasıdır. Dışişleri Bakanı Pompeo’nun evanjelik aklı, İncil üzerinden ama gerçekte Tevrat’ın Talmud yorumunun tesirinde, Trump’ı olmadığı bir yere oturtmaktadır. Onu, İran’da Yahudileri kurtardığına inanılan Ester gibi bir kurtarıcı olarak sunmaktadır. ABD iç siyasetinde sıkışan Trump ise bu yaklaşıma bir can suyu gibi sarılmaktadır. Bu süreçte Netanyahu da bir taşla iki kuş vurmaktadır. Bir tarafta iç siyasette kaybolan popülaritesini tazelerken diğer taraftan İsrail’in bir Yahudi Devleti olması hayaline de bir adım daha yaklaştığını düşünmektedir.

Kısaca, Evanjelik aklın desteklediği ve Talmud’tan beslenen eski düşünceler, Trump-Pormpeo-Netanyahu koalisyonu ile yeni bir aşamaya taşınmıştır. Ancak hesap edilmeyen üçüncü bir hüküm daha vardır. Unutulmamalı ki; İsrail oğullarının “kibre kapılıp, yeryüzünde fesat çıkarmaları” ilk değil, son da olmayacaktır. Golan tepelerine resmen sahip olma çırpınışları da Arz-ı Mev’ud (vadedilmiş toprak) motivasyonu değil, korkulan vaattir. (Yenişafak)