Manevi hekimler ve dil afeti-2 / Mücahid Haksever

Tarih boyunca tüm fitnelerin asıl kaynağı, hikmetten nasibini almamış boş kalplerin tercümanlığın yapan dillerdir. Toplumları birbirleriyle savaştıran ve barıştıran dildir.

Manevi hekimler ve dil afeti-2 / Mücahid Haksever

Allah (cc) Kur'an-ı Kerimd'e hikmet ehli insanların varlığından bizleri haberdar etmektedir. Allah’ın bize misal olarak haber verdiği hikmet ehli insanlardan bir tanesi de Lokman (as)’dır. Ayette şöyle buyurulmaktadır:

 وَلَقَدْ آتَيْنَا لُقْمَانَ الْحِكْمَةَ أَنِ اشْكُرْ لِلَّهِ

“Andolsun ki Biz Lokman’a: «Allah’a şükret!» diyerek hikmet verdik…” (Lokman, 12)
Bazı alimler onun peygamber olduğunu söylese de, onun peygamber olmadığı hakkında âlimlerin çoğu ittifak etmiştir. Nitekim müfessir Kurtubî şöyle der: Cumhurun görüşü olan doğru görüş şudur: Lokman (a.s.), peygamber değil, hakîm idi. Hadiste şöyle buyrulmuştur: Lokman peygamber değildi. Fakat çok düşünen, inancı güzel bir kuldu. O Allah'ı sevdi, Allah da onu sevdi ve ona hikmet verdi. (1)

Kuran’da Lokman Suresi olarak bilinen surede Hazreti Lokman'ın oğluna yaptığı hikmetli sözlerden ve nasihatlerden uzun uzadıya bahsedilmektedir. Bu ayetlerde görüleceği gibi Lokman (as) az sözlerle çok şey anlatmaktadır. Bunları söyleyen dildir. Ama kökü kalptedir. Dil sadece kalbin tercümanlığını yapmaktadır. Lokman (as)’ın şu sözü, hikmetli sözlerde dil ve kalbin rolüne en güzel örneklerden bir tanesidir.

Müfessir Zemahşerî, tefsirinde şu ibretli hâdiseyi nakleder:

Bir gün Dâvud (a.s.), Lokman Hakîm’den bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça getirmesini istemişti. Lokman Hakîm de Ona, kestiği koyunun dilini ve kalbini getirdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Dâvud (a.s.), yine Lokman Hakîm’den bir koyun kesip bu defa da hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini istedi. Lokman Hakîm, yine koyunun dil ve kalbini getirdi. Hazret-i Dâvud, O’na bunun hikmetini sorunca da şöyle dedi:

“Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa da, bunlardan daha kötüsü olmaz!(2)

Bu misalle Lokman (as), hem hikmet ehli bir insan olduğunu göstermiş, hem de hikmet ehli olmada dil ve kalbin önemine vurgu yapmıştır. Çünkü tarih boyunca tüm fitnelerin asıl kaynağı, hikmetten nasibini almamış boş kalplerin tercümanlığın yapan dillerdir. Toplumları birbirleriyle savaştıran ve barıştıran dildir. Gözleri giryan, sineleri büryan eden bu elim havadislerin asıl sebebi de bu değil midir?   Bu yaşadıklarımız bunun dünyadaki sonuçlarıdır. Ahirette göreceklerimizi ise aklımızın hafsalası onu almaktan acizdir.

Muaz İbnu Cebel (ra) anlatıyor: Bir seferde Resûlullah’la beraberdik. Bir gün yakınına tesadüf ettim ve beraber yürüdük. Ey Allah’ın Resûlü, dedim. Beni Cehennemden uzaklaştırıp Cennete sokacak bir amel söyle! “Mühim bir şey sordun. Bu, Allah’ın kolaylık nasip ettiği kimseye kolaydır; Allah’a ibadet eder, Ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılarsın, zekât verirsin, ramazan orucunu tutarsın, Beytullah’a hac yaparsın!” buyurdular ve devamla: “Sana hayır kapılarını göstereyim mi?” dediler. Evet, ey Allah’ın Resûlü dedim. “Oruç (cehenneme) perdedir; sadaka hataları yok eder, tıpkı suyun ateşi yok etmesi gibi. Kişinin geceleyin kıldığı namaz Salihlerin şiarıdır” buyurdular ve şu ayeti okudular. “Onlar ibadet etmek için gece vakti yataklarından kalkar, Rablerinin azabından korkarak ve rahmetini ümid ederek O’na dua ederler. Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeyden de bağışta bulunurlar” (Secde 16) Sonra sordu: “Bu (din) işinin başını, direğini ve zirvesini sana haber vereyim mi?” Evet, ey Allah’ın Resûlü! dedim. “Dinle öyleyse” buyurdu ve açıkladı: “Bu dinin başı İslâm’dır, direği namazdır, zirvesi cihâddır!”Sonra şöyle devam buyurdu: “Sana bütün bunları (tamamlayan) baş amili haber vereyim mi?” “Evet ey Allah’ın Resûlü!” dedim. “Şuna sahip ol!” dedi ve eliyle diline işaret etti. Ben tekrar sordum: “Ey Allah’ın Resûlü! Biz konuştuklarımızdan sorumlu mu olacağız?“ “Anasız kalasıca Muâz! İnsanları yüzlerinin üstüne -veya burunlarının üstüne dedi- ateşe atan, dilleriyle kazandıklarından başka bir şey midir?” (3) buyurdular.

Başka bir hadisi şerifte de Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki, “Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer.” (4)

Bizler hikmet ehli insanlar değiliz. Hikmet ehli insanların söylediği sözleri söyleyemeyiz. Yazdıklarını yazamayız. Ama hikmet ehlinin yaptığı gibi faydasız ve boş konuşmalardan uzak durabiliriz. Çünkü hikmet ehlinin serdarı Efendimiz (sav) buyurdular ki,

من كان يؤمن بالله واليوم الآخر، فليقل خيرًا أو ليصمت (رواه البخاري، ومسلم)

"Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, ya hayır söylesin yahut sussun" (5)

Sözlerime yine Hz. Lokman (as)’ın bir sözüyle son veriyorum:

“Ben hikmeti körlerden öğrendim. Çünkü onlar değnekleriyle, bastonlarıyla bir yeri yoklamadan adım atmazlar.”

Dualarınızda bizleri de unutmamanız dileğiyle.

1-İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 14/59
2-Zemahşerî, Keşşâf, 5/18
3-Tirmizi, İman 8/2619
4-Buhârî, Rikâk, 23
5-Buhari, Kitabu'l-Edeb, 10/373

Mücahid Haksever / Habernas