Cemil Meriç aynasından; Garpzede aydınlar

Batılılaşmak için, Batıyı tanımak lazım. Tanımadığımıza göre biz batılılaşamayız. Tanıdığımızda da Batılılaşmak istemeyiz. Yani yine de Batılılaşamayız.

Cemil Meriç aynasından; Garpzede aydınlar

Batıya tutulmuş, garbın yalancı ve geçici ışığına aldanmış zümreler üzerine bir tefekkür saatimiz olsun. Kimler; liberaller, demokratlar, solcular, hümanistler, lezbiyener, feministler... ve hertürlü batı akımına kapılan yerli aydınlar.

60 yıl boyunca Batı’yı ve onun edebiyatını okuyan, ısrarla kitap yüzünden körleşen bir dahiyle fikir seyaheti yapacağız. Bir hakikatçi aydın, Cemil Meriç ile ve onun sözleriyle. (1)

Şu halde Batı’yı  -alışılmışın tersine- bir tarihçiyle değil bir tenkitçi ediple okuyacağız. Batının nasıl mayalandığını, bilen biriyle. “Avrupa bir put mahiyetindeydi. Ben bunu yıktım” diyen biriyle. Nitekim kendisi, keskin fikir kılıcıyla, uyuşan şuurumuza alevden bir mızrak olmak ister. Benzer tarzda –hatırlayalım- Ali Şeriati de “Sizi rahatsız etmeye geldim” diyordu.

Aklı Avrupa’da, gönlü de Asya’da olan bir yazardır Cemil Meriç. “Mecburi istikamet batıdadır” deyip sonra da “U dönüşü” levhası takan da aynı adam. Yani Batı’yı öğren sonra da kendine dön diyendir.

Bir ara sanki ateisttir. Komünist olduğunu da haykırır mahkemede. Kömünistler “Ama sen bizden değilsin ki” deyince uyanır bu kitabi Komünist. Sonra milli-edebi yazılar yazar. Enson kültürden irfana yani hakikate kulaç atar. Ama tüm bunları yaparken dönek değildir. Bir arayış, bir kitabi fikri okuyuş içindedir. Bir yanlızın, belki 38 yaşında âma/kör bir insanın hakikat arama serencamıdır.

***

“Babam hayatı ciddiye alan bir adamdı” der, kızı.

Ona;“Kimsiniz?” dediklerinde;

-“Arafta bir yanlızım” diye yanıt verir bu münzevi.

Yine sorarlar; “Neden kitabınızda Hz. Muhammed diye yazmıyor da ‘Muhammed’  diye yazıyorsunuz?”

-“Ben Muhammed’e o kadar saygılıyım ki isminin önüne Hazret ifadesi dahi getirmek istemem. Ondan önce gelen sıfat ona saygısızlıktır. Hazret herkes için kullanılabilir.”

“Düşüncenin kuduz köpek gibi kovulduğu bir ülkede yaşıyoruz.” “Evet en kötü yanımız, musamahakar olmayışımız. (Bu huy) Herhalde Moğollardan kalma bize” diyen de odur.

Yine “İnsafsızca tenkit ediyorsunuz bazen” diye sorarlar.

-“Sonsuz muhabbeti sokağa fırlatmayacağız. Layık olanlar üzerinde toplayacağız... Muhabbet ama hudutsuz değil. Daha çok layık olanlara” der.

Meriç’in etkili bir aracı da vardır: İsrafil’in suru gibi heybetli ifadeler ve şiirsel dil kullanmak. Gebe bırakan sözler.

Cedel ve dialektik ile Batıperetsleri perçemlerinden yakalayıp mahkum eder. Ama önce anlar. Anlamadan asla yargılamaz onları.

Fikri başarısının altında bir yoğun emek gizlidir. Ona göre tefekkür, sürekli bir cehtin hak edilmiş bir mükafatıdır.

***

Garpzedelik nasıl türedi?

Milletler ihtiyarlaştıkça gevezeleşir. Hamlenin yerini “belağat”, hayatın yerini “söz” alır. Osmanlı artık yaşlı titrek ve hasta bir ihtiyar. Bu kocamış yaşlı aslan, tilkilerin ve çakalların (Batılı devletlerin) hucumuna ve alaylarına maruzdur. Can vermemiş bedeninden parça koparıp kaçarlar emperyalistler.

Öte yandan Osmanlı bir ihtiyar bir aşık, Batı ise cilveli bir genç sevgili. Bilirizki ihtiyar kör aşıklar, sevgilinin her cilvesine ister istemez göz yumar, ellerinde oyuncak, dillerinde pelesenk olurlar. Bu izdivaç, göründüğü gib pek gülünçtür. ...Velhasıl sözde evlenir. Fakat gelin görün ki bu ihtiyar ile aşuftesinden ne kız, nede erkek doğar. Doğan hünsadır, ne kız ne de erkek.

Osmanlı, kendisini yemek isteyen kurttan yani Batıdan, okullar için hocalar, eğitim için askerler ve yetiştiriciler getirmiştir. Kurttan çobanlık ve mürebbiyelik talep etmek; büyük feleket.

Diğer yandan Batıya bakıp anlaşılmak istedi Osmanlı. Avrupa ise onu anlamadı. Anlamasına gerek de yoktu. Çünkü dava, anlamak değil, yemek davası idi. Hiçbir avcı, avı anlamak derdinde değildir.

Aslında devletten çok münevverler dağılmıştır. Batı mucizesi ve kahredici üstünlüğü karşısında durumu açıklayacak bilgi ve basiretten uzak dindar ulema, takdir-i ilahi kalesine iltica edince, İslamlar içinde mektepliler de gece karanlığında gözleri kamaşan kelebekler gibi öldürücü ışığa, yani ateşe (Garba) koşarlar.

İşte bu yıkılış devri izdihamında iki hastalık nükseder. Anomi ile Alinasyan.

“Anomi” yani “kendini kaybetme”. Sözlük anlamı “a:nefy takısı”, “nomie:kanun”. Anomie: “kanunsuzluk”. Istılahta ise kanuna uymayan başıbozuk bireyin kendini yitirmesi. Alinasyon ise kendini kaybetme, şahsiyetini yitirip başkalaşma.

Bu iki hastalığın bir neticesi olarak, ulemanın yerine yeni bir zümre doğar. Tercüme odasında yetişen, Avrupa dili bilen, bazıları Avrupa’yı gören aşıklar zümresi... devir Tanzimat devridir.

“Esasen aydınlarımız, efendisinin ilaçlarının sırf efendi kullanıyor diye aşıran akılsız uşağa benzer” der C. Meriç.

***

Batılılaşma bürokrasinin eseridir. Tanzimattan beri Batı, fethedilecek bir ülkedir. Tanzimat neslinin Batı hayranlığı Avrupa’nın zaferler ve fetihler çağına rast gelir. Üstelik Osmanlı bunlara yenilmektedir. Bilhassa madde dünyası nufuz altına alınmıştır. İlim ve teknik meşalesi onları büyüler. Daha sonra doğacak tezatlar, sağ gösterip sol vurmalar, henüz suyüzüne çıkmamıştır. Hakiki çehresini çıkmadığından görememişlerdir. Devrin modası gereği Tanzimat ricali, tekamülün altın anahtarı olarak; “hürriyet ve adalet”i bilmiştir. Hiçbir kelime tek başına kurtarıcı değildir. Aydınlar bunu anlamamışlardır. Kelimelere vurulmuşlardır.

Osmanlı münevveri, fikren ve moralen teslimiyet bayrağı çeker. Esasen Osmanlı iman ve aksiyon medeniyeti idi. Kelime ve kitap medeniyeti değildi. Hareketsizlik iskatttır. Avrupalılaşmak, teslim olmaktır. Münevverler Batıyı gerçekte tanımıyorlardı. Perdenin altındaki çirkin canavarı görmemişlerdi. Tecessüsleri (araştırmaları) de sathiydi, yüzeyseldi.

Halihazır 200 yıldır Batı ile beraberiz. Onları gerçektende tanıdık mı? Hayır.

Bu arada Batılılar ideoljik yardımlar ve sadakalar göndermektedir: Pozitivizm, Sosyalizm, materyalizm, Kominizm. En son aydınlarımız Komünizme mukadder yol alır. Bu yol onlar için bir determinizm zorunluluk.

Bunlar felaketlerimizin geçit resmine selam dururlar. Osmanlı Batıyı kendi çocukları olan Yeniçeriler ile vurdu. Şimdi tersi, Osmanlı aydını Batının Yeniçerisi.

Tanzimattan beri aydınların kıblesi Batı; ama bu kıblenin tanrısı yok. Kendisini tanrı sananların kaçak Kabeleri var. Aydınlarımız, Avrupa medeniyetinin köklerini anlayacak seviyede değildir.

Batılılaşmak için, Batıyı tanımak lazım. Tanımadığımıza göre biz batılılaşamayız. Tanıdığımızda da Batılılaşmak istemeyiz. Yani yine de Batılılaşamayız.

“Velhasıl Tanzimat, bir medeniyetin fethi değil, bir ırzın teslimi. Günahlarımızın başında celadetsizlik (yiğitsizlik) yatar”, der Cemil Meriç.

1-Tespitler ve sözler için Bknz. Mustafa Armağan, Cemil Meriç Konuşuyor, Ketebe Yay. İstanbul 2018

Selahattin Nasranlı / Habernas

1