Bir Acayip Mahluk: Mustağrib

Garpzedelik hastalığına kapılan aydınların hafızası kaybolur. Oysaki inşa eyleminin malzemesini tarih verir. Tarih, reddedilmez. Milleti millet yapan mazidir. Gelecek meçhul çünkü.

Bir Acayip Mahluk: Mustağrib

Avrupa medeniyetinin, İslam Umran’ı içindeki ırgatlarına, dair birkaç örnekle konumuza giriş yapalım.

Askeri Tıbbiyede hocalık yapan ünlü yazar Beşir Fuad, Osmanlı aydınlarına Fransız natüralizmini tanıtmıştı.  Onun ateist fikri “kuvvet” ve “madde” ile temelleniyordu. Öte tarafta, dinin gericilik olduğunu iddia eden Diyarbakırlı meşhur Abdullah Cevdet, gelişim için materyalist fikirleri yayıyordu. Jön Türkler ise Yahudi ve Ermeniler ile beraber, kendi halkları aleyhine ittifak ediyorlardı. Ne adına? Kendisiyle batıl kast edilen, bazı doğru fikirler (hürriyet, adalet, meşveret) adına.

Bu hakim batıcı anlayışa göre: “Medeniyet Avrupa medeniyetidir, bunu gülü ile dikeni ile almak mecuburidir.” “Avrupa demek üstünlük, muvafakiyet demektir.” “Nur, ondadır ve bizzat kendisidir.”

Eylemler bazında bakılırsa; Harf ve Şapka inkilabı, laiklik, Kürtçe’nin ve yerel dillerin yasaklanması, hilafetin ilgası, zorla isim değiştirme (Dersim’in Tunceli yapılması gibi)... ve daha nice şeyler, bu anlayışın filliyattaki tezahürleri. Önce batıdan devşirme/ısmarlama teori, sonra tatbikat yani inkilap. Nitekim B. Russel, “Batı’da teori, tatbikatı takip eder, Doğu’da ise bütün tatbikatın teoriden çıkarılmasına çalışıyor” demektedir. Bunun anlamı; köksüz ve hayatttan kopuk iş ve eylemler.

(Eklemekte yarar var. Biz doğrudan batıcı olmasa da -hatta milliyetçi ve komünist olsa da- batı bağrından kopmuş akımlara tutulmuş; Ziya Gökalp, Yakup Kadri, Nazım Hikmet gibi daha başka kimseleri de bu “mustağripler sınıfı”nda görmekteyiz. Ümmetin ve toplumun hastalıklarını, Batılı ilaçlar (ideolojiler) ile tedaviye çalışan kimseleri. Hatta bu manada Milliyetçi sanılanların “milli” sözcüğü ile toplumu ve kendilerini de kandırdıklarına inanıyoruz. Yani batı ile cismen savaşan ama ideolojik köken olarak batılı olanları.)

Önceki yazıdan devamen Cemil Meriç’in feraset feneriyle olaylara yaklaşmaya devam edelim. Kimdir şu –eski tabirle- “kâselisler” (çanak yalayıcılar) yani “Garpzedeler”?

-“Zede” eki Farsça’da; "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" manalarına gelir. Meselâ: Musibet-zede: Musibete uğramış. Garpzede yani mustağrib de; batıya tutulmuş, kendi kültürünü de kaybetmiş, batıçarpmış, demek. Cin çarpmış gibi.

Osmanlı, küçük Hristiyan çocukları alıp eğitir, asker yapar, general-paşa yapar, sonra da onlarla Batı surlarını feth ederdi. Batı da en fazla bunlardan, yani kendi çocuklarından korkardı (hala da Avrupa’da bazı anneler, çocuklarını onlarla korkutur, uyutur, yatak başında). Benzetmek istediğimiz husus şudur ki; “Aydınlarımız da Batının Yeniçerileridir. Başlıca marifetleri kendi kendilerini tahrip. Dilleri başka, dinleri başka. Doğrusu dilleri de dinleri de yok. Tanzimattan beri devam eden bir facia.” Bu sözde aydınların, kuruldukları Kemalist ve Sosyalist partiler de bunun bir göstergesi.

Esasen bu gayri meşru ilişkide kazanan, sadece Batıdır. Nitekim bir batılı sözü şudur: “Takdir ediliyorsan değil, taklit ediliyorsan başarmışsın demektir.” Güçlü olanı taklit edersen, güçsüzlüğünü kabul etmişsin demektir. Batı da taklit edilmiştir. Kazanmıştır, hem de fazlasıyla.

Bu ilişkiyle beraber, Garpzedelik hastalığına kapılan aydınların hafızası kaybolur. Oysaki inşa eyleminin malzemesini tarih verir. Tarih, reddedilmez. Milleti millet yapan mazidir. Gelecek meçhul çünkü.

Aydınımız, Batı’nın kirlettiği namuslardan habersiz gibi ona aşık olmuştur. Dünyada en zor şey, aydınların namuslarını koruyabilmesidir. Fikir ve inanç namusunu korumak için iktidardan, gazete patronundan ve işadamından uzak durmalı. Hassaten Batılı derin yapılardan. Batı ile izdivaç ise tam bir şeref yoksunluğu.

Etkili bir örnek aktaralım: İngiltere, Bour Savaşları ile mazlum çiftçilere kıyarken, Filozof Spencer, “sizin ne işiniz var çiftçi boerlarla” deyip, kraliçe nişanını geri teper. Ama bizde sözde aydın İsmail Safa, İngiliz elçiliğine bir heyetle gidip; “Bourlerı yendiniz, lillahi’l hamd. Allah zaferlerinizi arttırsın” der. Abdulhamid de bu uğursuzu sürdü diye lanetlenir.

Esasen, Aydınımız şimşek parıltısı altında yol alan bir korkak ve bahtsız. Gövdemiz maziden kopuk, istikbale de uzanamadık. Ne Asyalıyız ne de Avrupalı. Batıyı tanımadı, kendini de unuttu. Batının kir ve pisliğinin aktığı bir kumanya olduk. 'Velhasıl Batılılaşamadık. Batı medeniyeti “Liberalizme” dayanır. Yani Burjuvazinin (şehirli seküler zengin kesimin) görüşü. Bizde ne sanayi vardır ne de burjuvazi. Avrupa’nın “Batılılaşınız' demesi, “kapitalizme teslim olunuz” anlamına gelir. Vesselam.

Selahaddin Nasranlı / Habernas