Hak davaya adanmış bir ömrün mücadelesi-11

Bu bölümde ajan ve muhbirlere karşı verilen mücadelenin yanında, 17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz’da yapılan ve Rehber Hüseyin Velioğlu’nun şehid edildiği operasyonla ilgili detaylı bilgiler anlatılmaktadır.

Hak davaya adanmış bir ömrün mücadelesi-11

AJAN VE MUHBİRLİK FAALİYETLERİYLE MÜCADELE

Hizbullah Cemaati, İslami kimliğinden dolayı Laik Kemalist Rejim tarafından ciddi bir tehdit unsuru olarak görülmüş, varlığı ve faaliyetleri suç kabul edilmiştir. Bu nedenle Rejim, Hizbullah Cemaatine yönelik bu güne kadar sürekli ve kesintisiz bir şekilde istihbarat faaliyeti yürütmüş, takip etmiş, tedbir adı altında Hizbullah Cemaatine ve faaliyetlerine yönelik karşı faaliyetlerde bulunmuş, eylem ve operasyonlar gerçekleştirmiş ve etkisizleştirmeye çalışmıştır. Bu işlerin merkezinde ise polis ve JİTEM yer almıştır. Polis ve JİTEM, Hizbullah Cemaatine yönelik şimdiye kadar yürüttüğü faaliyetlerde hiçbir hukuk tanımamış, her yolu meşru, her vasıtayı mubah görmüştür.

Polis ve JİTEM; Cemaate yönelik birçok çirkin ve insanlık dışı faaliyetlerde bulunmuştur. 1994–2000 yılları arasında yoğun bir şekilde Cemaate yönelerek, bir yandan sürekli ve kesintisiz operasyonlar yapıp Cemaat elemanlarını yakalamakta, bir yandan yapabildiklerini muhbirleştirmeye çalışmakta, bir yandan sorumlu düzeyde olduğunu tespit ettiklerini ya değişik kılıflarla faili meçhul bir şekilde infaz etmekte veya kaçırıp gizli yerlerde sorgulamakta, bir yandan yakaladıklarının çoğuna ağır cezalar verdirmekte, bir yandan kontrolü altındaki muhbir ve işbirlikçilerle beraber askeri ve siyasi karşı faaliyetlerde bulunmaktaydı. Kısacası; bir yandan kamuoyu nezdinde Cemaate karşı psikolojik savaş yürütüp zahiren kanunlar çerçevesinde sürekli operasyonlar yaparken, diğer yandan tamamen kanun dışı ve aynen bir tedhiş örgütü gibi Hizbullah Cemaatiyle mücadele etmekteydi. Özellikle 1997 yılından sonra Cemaate o kadar yoğun, sinsi, kural tanımaz bir şekilde yöneldi ki eğer Cemaat bunlara karşı mücadeleye girişmemiş olsaydı, ayakta duramayacak ve varlığını sürdüremeyecekti.

Bu yüzden Şehid Rehber, rejimin bu gizli ve sinsi savaşına karşılık mutlaka savaş verip Cemaate yönelik oyunlarını bozmak gerektiğine inanmıştı. Onun için bu işe yoğunlaşmış, çalışmalarının önemli bir kısmını onlarla mücadeleye ayırmıştı.

Bu nedenle rejim güçleri ile Cemaat arasında çetin ama halkın gözleri önünde cereyan etmeyen gizli ve sessiz bir savaş başlamıştı. 1995–2000 yılları, özellikle de İstanbul süreci bu açıdan çok zorlu ve sıkıntılı geçmişti. Ama tüm bunlara rağmen, Şehid Rehber’in basiret ve feraseti sayesinde, Cemaate yönelik pek çok plan ve tuzakları bozulmuş, önemli birçok adamları etkisiz hale getirilmiş ve hareket kabiliyetleri önemli ölçüde zayıflatılmıştı.

Rejim güçleriyle Cemaat arasındaki bu çetin mücadele sürerken, Allah’ın (cc) takdiri tecelli etti ve 17 Ocak 2000 Pazartesi günü Şehid Rehber’in bulunduğu İstanbul Beykoz’daki eve polis tarafından yapılan baskın sonucu Rehber Hüseyin Velioğlu Şehid edildi.

Muhterem İ. Bagasi şu bilgileri aktarmaktadır: Şehid Rehber diyordu ki: “Rejim güçleri, Cemaati kuşatarak kontrol altına almak istiyor ve merkeze ulaşmaya çalışıyorlar. Henüz üst düzeydekilere ulaşmamışlar, fakat alt düzeydekiler faaliyet alanlarında bulunduklarından ve ulaşılabilir olduklarından, oradan sızmaya ve ilerlemeye çalışıyorlar. Hedefleri burasıdır yani merkezdir. Biz de sızmaları ortaya çıkarmak için mücadele etmeli ve imkânlarımızı zorlayarak tedbirlerimizi almalıyız. Biz bunlara karşı onların anladığı dille mücadele etmez, yakalayıp sorgulamaz ve gerektiğinde cezalandırmazsak, onlar Cemaatimizi yok edecekler. Bizi yok etmelerini mi bekleyelim? Başka neler yapabiliriz, siz de düşünün, çözüm üretin.”

Ş. Y. adlı Cemaat mensubu şunları söylüyor: “Şehid Rehber diyordu ki; bunlar bizimle devlet gibi değil, aynen bir örgüt gibi mücadele ediyorlar. Muhbirleştirdiklerini de ayrıca örgütleyip bize karşı kullanmaya çalışıyorlar. Bu konudaki birçok hesaplarını bozduk ancak rahat durmazlar, onları tekrar örgütleyip her an üzerimize salabilirler.”

İ. H. Adlı Cemaat mensubu şu bilgileri aktarmaktadır: “Şehit Rehber, Cemaate yönelik ifsat faaliyeti yürüten şebekelere, muhbir ve işbirlikçi olup Cemaate yönelik olay ve eylemlere girişenlere, bunların organize edilmesinde ve yönlendirilmesinde rol alanlara yönelik mücadele edilmesi gerektiğine inanıyordu. Bu mücadele neticesinde önemli şebekeler çökertilmiş, önemli şahıslar yakalanıp sorgulanmıştır. Yüzde yüz suçlu olduğu kesinleşenler cezalandırılmış, birçok kişi de suçlu oldukları halde, tuzağa düşürüldüklerine ve rejim güçleri tarafından kandırıldıklarına kanaat getirildiğinden serbest bırakılmıştır.”

M. G. Adlı Cemaat mensubu bu konuda şöyle diyor: “Şehid Rehber diyordu ki, ‘vah Müslümanların haline vah. Polis ve JİTEM bazı yapıların içine sızmış, merkezlerine kadar gitmiş, bunların haberleri bile yok. Biz şu anda onlara bir şey diyemiyoruz. Keşke ortam ve zaman müsait olsaydı da bu durumları onlarla konuşup, bu beladan kurtulmaları için onlara yardımcı olabilseydik. İnşallah zamanı gelir bu konuda tüm Müslümanlara tecrübelerimizi aktarır ve onlara yardımcı oluruz.”

17 OCAK SÜRECİ VE ŞEHADET

17 Ocak 2000 tarihinde İstanbul Beykoz’da yapılan ve Rehber Hüseyin Velioğlu’nun şehid edildiği operasyonla ilgili olarak bu güne kadar birçok şey yazıldı, pek çok iddia ileri sürüldü ve senaryolar üretildi. Tüm bunlar, Kemalist rejimin Cemaate karşı yürüttüğü savaştan ayrı düşünülmemelidir. Bir taraftan istihbarat teşkilatları diğer taraftan medya kullanılarak bu çok yönlü yıpratma savaşı halen devam etmektedir.

Gerek Şehid Rehber ve gerekse Cemaat hakkında bu operasyon üzerinden ileri sürülen iddialar ve üretilen senaryolar ile oluşturulmak istenen şüpheleri dikkate alarak, bu önemli hadiseyi müstakil bir başlık halinde ele almayı uygun gördük. Ta ki Şehid Rehber ve Cemaat hakkında bilinçli olarak yapılan bu yalan ve iftiraları Allah’ın izniyle bertaraf edelim ve hakikatleri ortaya koyalım.

Bu münasebetle önce; Muhterem İ. Bagasi’nin “Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Önemli Kesitler” adlı kitabından konuyla ilgili yapılan değerlendirmenin bir kısmını buraya alıyoruz. Detaylarına bakmak isteyen ilgili kitaba başvurabilir.

Ardından; bu operasyonda Şehid Rehber ile aynı evde bulunan Muhterem Edip Gümüş ve Cemal Tutar’ın operasyon boyunca görüp yaşadıklarını, Edip Gümüş ağabeyimizin bizzat anlatımıyla buraya alacağız.

“…Operasyondan bu yana geçen süre içinde ortaya çıkan durum ve elde edilen bilgiler ışığında bu operasyonu tahlil ederek, operasyonun nasıl ve nereden kaynaklandığı hususunda bir neticeye ulaşma imkânına sahibiz. Tahlil ve değerlendirme neticesinde kesin olarak şu sonuca varıyoruz ki; bu operasyon direkt Cemaat merkezi ve merkezle irtibatlı elemanlardan herhangi birisinin takibi sonucu gerçekleşmediği gibi, Cemaat merkezi ve Rehber’iyle irtibatlı üst sorumlular arasına TC’nin sızması da olmamıştır…

…ihtimal ve sebepler ne kadar çok olursa olsun bu gerçeği ve vardığımız neticeyi değiştirmez. Bizim için burada önemli olan, bu operasyonun TC’nin kesin bilgi ve istihbaratı sonucu gerçekleşmediğidir.

…Bugüne kadar bunun aksini gösterecek hiçbir delil ve bilgiye ulaşılmamıştır…

Her ne olursa olsun, takdiri ilahi bu şekilde tecelli etti. Bu bizim için Rabbimizin bir imtihanı olup, bundan ders ve tecrübe almamız gerekir. Kadir–i mutlak olan Allah’a sığınıp tevekkül ederek ve İslami davamıza olan bağlılığımızı daha da güçlendirerek mücadelemize ve yolumuza devam edeceğiz. En gizli sırlar dahil, her şeyin hakikatini en iyi bilen ve gören Allah–u Teala’dır…” (Kendi Dilinden Hizbullah ve Mücadele Tarihinden Önemli Kesitler, İ. Bagasi, Sayfa 102)

MUHTEREM EDİP GÜMÜŞ’ÜN ANLATIMIYLA 17 OCAK GÜNÜ BEYKOZ’DA YAŞANANLAR

Muhterem Edip Gümüş şöyle anlatıyor: “Operasyondan 10 gün önce Beykoz’daki eve yeni taşınmıştık. Evde Şehid abi ve iki arkadaş ile birlikte kalıyorduk. Cemal operasyondan bir gün önce yanımıza geldi.

Akşam silahları bodrumdan yukarı çıkarıp bakımını yaptık. Tüm silahlarımızı çıkarıp bakımını yapmamız, bodrumda olması gerekirken bulunduğumuz kata getirmiş olmamız kanaatimce gaybi yardımlardan sadece biriydi. Normal şartlarda bu silahları ev içerisinde gözden uzak bir yerde muhafaza ederdik.

Gece saat 1. 30 sularında Şehid Rehber uyandı, abdest alıp namaz kıldı. Cemal ile hal hatır sorup biraz sohbet ettiler. Bu esnada Şehid Abi eline bir Keleş alıp; “bu, hiçbir zaman Kuran’dan ayrılmamalı” dedi. Daha sonra O uyanık kaldı biz de uyuduk.

Operasyon günü öğleden önce yanımızda kalan iki arkadaş bazı ihtiyaçlar için dışarı çıkmışlardı. Öğleden sonra namaz kıldık. Ben kendi odamda, Cemal ile Şehit Abi de kendi odalarında çalışıyorlardı.

Bu arada evin dış kapısı yumruklarla çalmaya başladı. Aynı anda zile de basıyorlardı. Perdenin kenarından dışarıya baktım ve karşı kaldırımda polisleri ve bir kameramanı gördüm. Bu arada kapı hızlı bir şekilde çalmaya devam ediyordu. Ben; “Dışarıda polisler var” deyince Şehid Rehber; “Açmayacağız” dedi. O esnada Şehid Rehber; “Rahêlin Keleşa!” (silahları alın) diyerek duvara yaslanmış keleşlerden birini aldı ana salona doğru yöneldi. Ben ve Cemal de pencerenin yanından çekilip silahlara doğru giderken bir anda silah sesleri gelmeye başladı.

Meğerse o esnada polisler pencereyi kırarak içeriye girmiş, Şehid Rehber ile karşılaşmış ve aynı anda silahlarını ateşlemişler. Şehid Rehber de 2–3 el kadar ateş edebilmiş ve mermileri polisin bulunduğu noktanın hizasında tavana saplanmıştı. Silahların sesiyle ben ile Cemal Şehid abinin bulunduğu tarafa yöneldik. Şehid Abi’yi yerde yatıyor gördük. Polisler Abi’nin şehit olduğunu fark etmemiş olacak ki “Elinde keleş var, elinde keleş var!” diye bağırıyorlardı. Polisi görmemizle onun aşağıya fırlaması bir oldu. Arkasından seri halde ateş ettik. Artık içeriye giremediler.

Tüm bunlar en çok bir dakika içinde cereyan etti. Her şey bir anda oldu. Polisleri püskürten Şehid Rehber, çatı katına çıkan merdivenin hemen başında yerde yatıyordu. Onun o durumu karşısında, bir anda ne yapacağımızı şaşırdık. Onunla mı ilgilenelim, dokümanlarla mı ilgilenelim bilemedik. Ancak bu durum iki–üç dakika kadar sürdü ve Şehid olarak ruhunu teslim etti.

Onun Şehid olduğunu görünce, biz de dokümanlara yöneldik. İlk anda Cemal merdiven başında nöbet bekledi. O sırada polisin gelebileceği tek yer merdivenlerdi. Buranın korunması gerekiyordu. İkimizden birinin daha şehid edilmesi, geriye kalanın hiçbir şey yapamaması anlamına geliyordu.

Ondan sonra polisler telaşla dışarıya doğru koşuşmaya başladılar. Cemal korumaya geçti. Ben de imha etmemiz gereken eşyaları karıştırmaya başladım. Nihayet CD’leri gördüm ve tamamını ufak parçalar halinde kırdım.

Öncelikli belgelerin imhasından sonra aşağıya indim ve Cemal’in nöbet beklediği merdiven başında bu kez ben bekledim. Bir iki kez polis, merdiven sahanlığında gözüktüyse de ateş edince artık çıkmaya cesaret edemediler. Cemal da evde bulunan çalışır vaziyetteki altı adet bilgisayarın hard disklerine format atmaya başladı. Format attığı hard diskleri yuvasından çıkarıp çatı katına giden merdiven sahanlığına atıyordu. Çünkü format işi bittikten sonra aşağıda işimiz kalmayacak ve çatı katına çıkıp bunları kurşunlayacaktık.

Artık çatı katına çıkmıştık. Orada kapalı bir oda vardı. Polisin tarayabildiği ve el bombası attığı odalarda işimiz yoktu. Bulunduğumuz yere de biz onları yaklaştırmıyorduk. Sonradan mevcut video ve teyp kasetlerini imha etme, yırtma ve bozulurlar diye banyo küvetine su doldurarak içine atma ile uğraştık.

Bütün mermilerimizi korumaya ve hard diskleri kurşunlamaya harcadık. Elimizde hiç mermi kalmadı.

Aşağı katta Şehid abiye ait bir bilgisayar vardı. Çatışma başlayınca bu kat ile ilişkimiz kesildiğinden o bilgisayar hard diskini imha etme imkanı bulamadık. Çıkan bazı bilgiler bu makinadan ele geçti.

Şehid abinin mübarek bedeninin bulunduğu yer tam da polislerin içeriye doluştuğu odanın kapısının önüydü. Orada mübarek bedeni bulunduğu için kapı açılmıyordu ve içeriye giremiyorlardı. Yani hayattayken tedbirleriyle bizi korumaya çalıştığı gibi şehadetinden sonra da mübarek bedeniyle bizi korumuş, işimizi yaparken kolaylık sağlamıştı.

Pek çok kişi oradan sağ kurtulmamızı hayretle karşılamıştır. Bu hususta düşmanlarımız akla hayale gelmeyecek komplolar üretmiş, bizleri karalamış ve Cemaatimizi de bizi de üzmüştür. Elbette burada söylediklerim, Allah tarafından gözleri kör edilmişleri, kalpleri mühürlenmişleri ikna amacı taşımıyor. Amacım bizi seven, hüsn–ü zanla meseleleri değerlendiren dostlarımızı aydınlatmaktır.

Şehid Rehber, şahadet aşığıydı. Dualarında şahadeti istediği hep duyulurdu. Bu talep ve arzusunu Rabbine cehri olarak da çoğu kez iletirdi. “İnşaallah düşmanın eline sağ düşmeyeceğim.” diyordu. Bu konuda çok emindi. Arzusu kabul oldu ve ölümlerin en güzeli olan şehadetle Rabbine kavuştu.

ARŞİV İLE İLGİLİ BİR NOT

1990 yılına kadar, sosyal araştırmalar dışında arşiv tutulmuyor dense doğrudur. Faaliyetler dokümanlara yansıtılmıyordu. Buna pek ihtiyaç da duyulmuyordu. Çünkü o zaman Şehid Rehber gizlenmemişti, bütün sorumlularla doğrudan görüşüp işlere vaziyet edebiliyordu, görmediği sorumlulara ise yakınında bulunan arkadaşları gönderiyor ve o şekilde vaziyet ediyordu. Ayrıca bütün işler görüşmelerle takip edilebiliyordu.

Fakat 1990 yılından itibaren işler hem alan olarak genişlemiş ve hem de yoğunlaşmıştı. Ayrıca doğrudan görüşmeler çeşitli güvenlik sorunları nedeniyle yapılamadığı için işlerin takibi zorlaşmıştı. İşlerin takip ve kontrolü görüşmeler yoluyla sürdürülseydi, hem ağırlaşırdı ve hem de tam olarak kontrol edilemezdi. Geriye dönük bilgilerden ve olup bitenlerden gereği gibi istifade edilemezdi.

Bu nedenlerden dolayı 1990 yılından itibaren önem arz eden, çalışma süresince istifade edilen ve arşiv niteliğini taşıyan bilgi, belge ve olaylar kayıt altına alınmaya ve doküman olarak tutulmaya başlandı.

Ş. Y. adlı Cemaat mensubu şu bilgileri veriyor: “Cemaat sosyal araştırmalara çok önem veriyordu. Çünkü bir yerde mücadele verecekse o yerin ve toplumun siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yapısını iyi bilmeliydi. Bu nedenle Cemaatin elinin ulaştığı her yerde öncelikli olarak oranın sosyal araştırmasını yaparak iyice tanırdı. Topladığı bilgileri arşivliyordu. 1991’de Mardin’de Cemaat arşiviyle karşılaştığımda ve henüz birkaç tane klasör iken, o klasörlerdeki bilgiler sosyal araştırmalar idi.

Bir gün dokümanların ayrıntılı bir şekilde tutulmasının hikmetini sordum. Çünkü yazdığım rapor ve dokümanlarım benim nazarımda yeterliydi. Oysa Şehid Rehber bu bilgilerin yeteriz olduğunu söylemişti. Buna binaen sorduğum soruya: “Doküman ışık gibidir. Karanlık içerisinde bir yolda yürürken yolunu aydınlatan bir fener hükmündedir. Biz çetin şartlarda, siyasi ve silahlı örgütlerin, devletin istihbarat birimlerinin kuşattığı bir toplumda mücadele veriyoruz. Eğer yeteri kadar bilgimiz olmazsa emin adımlarla ilerlememiz mümkün değildir” dedi.

B. H. bu konuda şunları söylüyor: “Bir gün, yeni tutulmuş bir evde birlikte oturuyorduk. Yanına geçip oturmadan önce yan taraftaki odaya bir göz gezdirmiş ve büyük kartonlar halinde istif edilmiş dokümanlara bakmıştım. Yanına gelip oturunca: “Ağabey! Bu hal daha ne kadar bu şekilde devam edecek. Gittiğiniz yere götürüyorsunuz, çok fazladır ve büyük bir risk oluşturuyor. Yanınızda bulundurmazsanız olmaz mı? Buna bir çare bulunamaz mı?” Diye sorup endişelerimi dile getirmiştim. O da içten bir ah çekerek şöyle demişti: “Bunları bu haliyle ben nereye bırakayım, sürekli üzerinde çalışıyoruz. Yanımdan ayıramam. Onlar emanettirler. Cemaat mensupları bütün samimiyetleriyle en mahrem şeylerini Cemaatle paylaşmışlar ve yazıp bize göndermişler. Onlar benim omuzlarımda bir yüktür. Bir hal çaresi buluncaya kadar onların bekçiliğini yapacağım. Eğer bu dokümanların başına bir şey gelirse ben ne yaparım, vallahi cesedimi çiğnemeden onlara kimseyi yaklaştırmam, kendimi onlara feda ederim”

Devam edecek