Şehid Rehber Hak davaya adanmış bir ömrün mücadelesi-15

Bu bölümde Şehid Rehber Hüseyin Velioğlu’nun bir hareket adamı olarak taşıdığı vasıflar anlatılmaktadır.

Şehid Rehber Hak davaya adanmış bir ömrün mücadelesi-15

BİR HAREKET ADAMI OLARAK TAŞIDIĞI VASIFLAR

ÇOK İYİ BİR İDARECİ VE TEŞKİLATÇIYDI

Şehid Rehber, çok iyi bir idareci ve teşkilatçıydı. Sanki daha önce bir Cemaat inşa etmiş, bu Cemaat her türlü hadiselerle karşılaşarak tüm süreçleri yaşamış, bütün merhaleleri tamamlayarak nihai hedefine ulaşmış ve böylece tüm aşamaların tecrübelerini kendinde toplamış, kendisi de bu uzun müddet zarfında bu Cemaati idare etmiş ve her konuda büyük deneyimler elde etmiş gibi bir hal içerisindeydi.

Çözüm ve talimatlar verirken, arkadaşları yönlendirirken, çalışmaları takip ve kontrol ederken, iyi bir duvar ustası gibi hangi taşı nereye yerleştireceğini iyi tespit ediyordu. Arkadaşlara; “Başkaları sizin problemlerinizle ilgileneceğine, siz başkalarının sorunlarıyla ilgilenin ve çözmeye çalışın. Maharet budur ve gerçek davetçi böyle olandır” derdi.

Olayların büyüklüğü onu sarsmaz, paniğe düşürmez, aceleciliğe sürüklemez ve şer’i çizgiden ayırmazdı. Molla M. V. , bu konudaki bir hadiseyi şöyle anlatır: “Susa Katliamından sonra bazı arkadaşları çağırmıştı. Bu katliama nasıl bir karşılık verelim veya hareket tarzımız nasıl olsun diye onlarla istişare etmişti. Bir arkadaş; “Biz Silvan’daki PKK’lilerin kahvelerini basıp bomba ve keleşlerle tarayalım, içerdekilerden kimse sağ kalmasın. Böylece onlara ders olur ve bir daha böyle bir şeye cesaret etmezler” diyerek önerisini söylemişti. Ancak Şehid Rehber bu görüşe karşı çıkarak; “Böyle olur mu, oraya PKK’li olmayan masum bir insan da gitmiş olabilir. Orada bulunan herkes PKK’lidir diye bir hüküm ortaya koyamayız. Biz de onlar gibi masum insanları öldürürsek onlardan ne farkımız kalır? Bu şer’i ölçümüze uymaz. Bizim acelemiz yoktur. Durumu araştırıp soruşturacağız. İstihbaratını toplayacağız. Olaya müdahalesi olanları tek tek tespit edip cezalandıracağız, Allah’ın izniyle en güzel şekilde karşılık vereceğiz” demişti. Olay onu çok üzdüğü halde duygusal ve aceleci davranmamıştı. “

Ş. B. adlı Cemaat mensubu şöyle bir anıyı aktarmaktadır: “Susa cami katliamından hemen sonra idi. Şehid Rehber’e olayla ilgili bilgi vermek için gidilmişti. Aynı gün Cemaate; bir grup PKK militanının Silvan’ın ……… köyünde, ………. yerde bulunan bir sığınakta oldukları istihbaratı gelmişti. Gelen istihbarat, bunların katliamı gerçekleştiren ekip olduğu yönündeydi. Bunun üzerine Şehid Rehber ile görüşmeye gittim. Kendisi, olayı ve son durumu teferruatlı bir şekilde sordu. Durumu ve aldığımız istihbaratı anlattım. Oraya yönelik ne yapılabileceğini sorduğunda ise ben; “O mıntıka kontrolümüzde değil, ayrıca köyün coğrafi konumu ve sığınağın olduğu yerde eylem yapabilecek kadar hazırlığımız yoktur. Ancak bilgiyi getiren köylüler, eğer Cemaat müdahale etmezse onları askere ihbar edebileceklerini söylemişler” dedim. Bunun üzerine Şehid Rehber; “Hayır! Başımıza ne gelirse gelsin, biz hiçbir zaman ve şartta, düşmanımızı rejime ihbar etmeyiz. Kendimiz yapabiliyorsak yaparız, yoksa ihbar etme yoluna asla başvurmayız. Bu bizim anlayış ve karakterimiz değildir. O köylülere de bu şekilde söyleyin” dedi.

Şehid Rehber, mensuplar arasında Cemaat mefhumunun oturması, bir düzen ve disiplin içinde hareket etmeye alışmaları, tüm cemaat mensuplarında mes’uliyet ve mensubiyet bilincinin yerleşmesi ve disipline olmaları için bütün faaliyetlerin merkezi kontrol sistemi içerisinde yürütülmesini sağlamıştı. Bölgemizdeki sosyal dokuyu; aşiret, kabile, ağalık gibi hususiyetleri dikkate aldığımızda, bunu gerçekleştirmek öyle kolay bir iş değildi. Özellikle disipline olmamış bir toplum ve İslami camia içinde böyle bir yapıyı oturtmak çok daha zordu. Bunun gerçekleşmiş olması Şehid Rehber’in bu konudaki maharetini gösterir.

Cemaat çalışmalarından önce, dönemin şuurlu diyebileceğimiz Müslümanları camilere müspet bakmıyor, dırar mescitleri olarak değerlendiriyor, resmi imamların arkasında namaz kılmanın caiz olmadığına hükmediyorlardı. Bu yüzden bunların çoğu camilere sırtlarını dönmüş ve Cuma namazlarına gitmiyorlardı. Şehid Rehber ise bunun yanlış olduğuna inanıyor, camilerin Müslümanların malı ve mekanı olduğunu, Müslümanların bunlara sahip çıkmaları gerektiğini ve asıl misyonuna kavuşturmak için gayret sarf etmeleri gerektiğini söylüyordu. Bu bakımdan kararlılıkla bu alana yöneldi, İslam’da büyük bir öneme sahip olan camiler karşısında İslami bir Cemaatin sorumluluğunu nasıl yerine getirebileceğini ve bu konudaki görevlerini nasıl icra edeceğini göstererek, aynı zamanda iyi bir teşkilatçı ve iyi bir idareci olduğunu da göstermiş oldu. Bu yanlış anlayışlara karşı çıkarak; “Herkes imkan dahilinde camiye gitsin ve beş vakit namazını orada Cemaatle kılsın, buna imkan bulamayanlar, durumuna göre imkan bulduğu vakitlerde gitsin” şeklinde talimat verdi. Daha sonra, “Camilerin müdavimleri olup o kutsal mekanlara sahip çıkın” dedi. Ardından, “Ramazan ayında herkes kendi mahallesindeki camilerde teravihe iştirak etsin, namazdan sonra imamın ders vermesini talep edin, verirse dinleyin, vermezse ondan izin alarak halka şeklinde oturup yapabilen biri sohbet etsin, diğerleri de dinlesin” dedi. Daha sonra ise, camilerde Kur’an dersi için arkadaşlara genel bir talimat vererek, “Kur’an’ı bilenler bilmeyenlere ders versin” dedi ve mümkün olan herkesi camiye yönlendirmek suretiyle toplum bünyesinde ciddi bir değişim meydana gelmesine vesile oldu. Bütün bunlardan hedeflenen; camileri Asr–ı Saadet döneminde olduğu gibi asıl kimliklerine kavuşturmaktı. Camiler öyle canlandı ki daha önce karşı çıkanlar ve bunlar dırar mescitleridir diyenler bile camilere meyledip Cemaatle rekabete kalkıştılar.

Şehid Rehber, İslam davasının, yetişmiş Müslüman kadrolar eliyle yürütülebileceğine ve gelişip büyüyeceğine inanıyor ve bu konuda azami derecede çaba sarf ediyordu. Bir yandan ulaşabileceği bütün medreselilere, öte yandan okul okuyanlara yönelik ciddi çalışmalar yapıyordu. Bazılarıyla düzenli dersler yaparken, durumu müsait olmayanlarla da çeşitli vesilelerle sohbetler yapıyor, onları İslami bilinç, Cemaatsel şuur, tebliğ, cihad gibi konularda geliştirmeye ve yetiştirmeye çalışıyordu. Onun bu çalışmaları vesilesiyle; bütün hayatı köyde geçmiş, ilkokuldan başka okul okumamış, büyük şehir görmemiş, siyaset ve mücadele nedir bilmeyen birçok Cemaat mensubu, daha sonra sanki siyaset okulundan mezun olmuş gibi dünya meselelerine ilgi duymaya, siyasi konularda kafa yorup yorumlar yapmaya, İslami mücadele konusunda ciddi görüş ve çözümler ortaya koymaya başladı.

Şehid Rehber, Cemaat mensupları arasında en verimli ve en sağlıklı iş görenler; hem sorumlularıyla, hem ders grubundaki arkadaşlarıyla hem de sorumlusu olduğu insanlarla uyumlu bir şekilde çalışabilenlerdir. Bu tip fertler gelişir ve faydalı olurlar. Aksi durumdakiler ise nakıstır. Yani üstü ile uyumludur ancak altlarıyla sorunludur veya üstü ile uyumludur ancak ders grubundakilerle sorunludur, derdi.

Arkadaşları yetiştirmeye ve geliştirmeye çalışır ve bu amaçla imkanların elverdiği kadarıyla onlara ortam oluştururdu. Disiplin konusunda çok titizdi. Ancak önemli olan kardeşlerimizin bilinçli, inanarak disiplini bir yaşam tarzı haline getirmeleridir. Eğer bu bilinçle ve İslami yaşamın gereği olarak disiplinli yaşamazlarsa şartlar ve ortamın değişmesiyle tekrar eski başıboşluk haline dönmeleri kaçınılmazdır” derdi.

Şehid Rehber, Cemaatsel yapının oturması, çalışma ve faaliyetlerin düzen ve disiplin içerisinde yürümesi, ilke ve prensiplerin yerleşmesi ve dolayısıyla İslam davasının toplum içinde yer edip süreklilik kazanması için imkanlarını seferber ediyor ve çok enerji harcıyordu. Bu bakımdan; bir yandan sorumlu arkadaşları geliştirmeye ve işleri konusunda donanımlı hale getirmeye çalışırken, diğer yandan gerek Cemaat mensuplarını ve gerekse çalışma ve faaliyetleri tümden takip ve kontrol edip sağlıklı bir şekilde yönlendirebilmek için farklı amaçlar için ona yakın rapor şablonu hazırlamıştı. Bunları sorumlu arkadaşlardan düzenli olarak istiyor, her alandaki çalışmalarla ilgili eğitici ve yönlendirici kitapçıklar hazırlayıp uyulacak kural ve prensipleri yönetmelikler şeklinde gönderiyordu.

Şehid Rehber, hiç bir zaman galibiyet ve başarıya şartlanmaz ve galibiyete endeksli bir mücadeleyi benimsemezdi. Ona göre en büyük başarı, hak yoldan sapmadan mücadeleyi sürdürebilmekti. Başarı bu yolda yürümekti. Mağlubiyet ise bireysel veya Cemaatsel sapma idi. Yine O; ihlasın başarı getirdiğini, küfürde bile olsa ihlaslı olanların başarılı olabileceklerini belirtip şahıs endeksli olunmaması gerektiğini, bu anlayışın veya kendilerini ön plana çıkaranların hiç bir zaman başarılı olamayacaklarını söylerdi.

Ş. Y. adlı Cemaat mensubu şunları ifade etmektedir: “Şehid Rehber’in şiarı “Cemaat” idi. Cemaati her türlü çalışmanın önünde tutuyordu. Çünkü Cemaatin varlığı; imkanların oluşması ve hedefe varmak için güç ve kuvvetin elde edilmesi demekti. Onun için hep Cemaat diyordu, Cemaatin önce zihinlerde ve ardından pratikte oturması için büyük çaba harcıyordu. Bu nedenle diyebilirim ki onun bize bıraktığı en büyük miras bu Cemaatsel anlayış olmuştur. ”

CEMAAT YAPISINA HAKİMDİ, ÇALIŞMALARI İYİ TAKİP VE KONTROL EDİYORDU

Biz bir Cemaatiz, büyük bir mücadele veriyoruz, düşmanımız güçlü ve imkan sahibidir. Faaliyetlerimize müsaade etmez ve boş da durmaz. Eğer güzel bir şekilde örgütlenmez, sıkı disiplin ve düzen içerisinde sistemli bir şekilde çalışmaz, takip ve kontrolü iyi yapmazsak yapıda başıboşluk meydana gelir ve neticede düşmanımızın bizi kontrol altına alması kolaylaşır.

Şehid Rehber bu şekilde düşündüğünden, Cemaat bünyesinde başıboşluğa, düzensizliğe ve kontrolsüz bir şeye asla fırsat vermezdi. Cemaat bünyesinde veya etki alanında olup kontrol dahilinde olmayan noktayı, ölü nokta olarak kabul ederdi. Bu yüzden, Cemaatin bütün elemanlarını, faaliyetlerini, faaliyet alanlarını ve bu alanlardaki ortamı takip ve kontrol edecek, gerekli müdahaleleri yapıp yönlendirecek bir işleyiş mekanizması oluşturmuştu. Özellikle de sorumlu düzeydeki bütün elemanları mutlaka sıkı kontrol eder, kitap okumalarına, ibadetlerine, günlük yaşantılarına, aile yapılarına ve yaptıkları maddi işe kadar bütün durumlarını yakından takip ederdi. Bu işleyiş mekanizması neticesinde, Cemaat tabanından çok yönlü ve çok çeşitli geniş bilgi akışı oluşmuştu.

Ancak bu takip ve kontrol, kuru bir disiplin ve katı bir denetim ile kesinlikle mukayese edilmemelidir. Cemaatin sorumlu elemanları, Şehid Rehber’in bu çalışma düzeninden ve onları yakından takip edişinden büyük bir haz alıyor ve güven duyuyorlardı. Öyle bir hale gelmişti ki, sorumlu elemanlar her şeylerini Şehid Rehber ile paylaşıyor, söylemedikleri hususları ona bir an önce söylemek veya ulaştırmak için fırsat kolluyorlardı. Çünkü Şehid Rehber ile konuştukları, paylaştıkları ve aktardıkları her konuda, onun eğitici ve yönlendirici muamelesini görüp istifade ediyor, sahiplenip desteklendiklerini hissedip manen güç alıyorlardı.

Şehid Rehber, Cemaatin bütün çalışmalarını bizzat görmek hatta elinden gelse kendisi bizzat yapmak isterdi. Güvenlik gerekçeleriyle bile olsa çalışma ortamından uzak kalmak, hele hele uzaktan idare etmek kendisine ağır geliyordu. Onun için çalışmalarla iç içeydi. Cemaatin gizlenmiş sorumlu arkadaşlarının kalmaları için bir ev mi ayarlandı, kırsal alanda bile olsa bir sığınak mı yapıldı, imkan olduğu müddetçe kendisi bizzat gidip görür, imkan olmazsa çok detaylı bilgi alır veya kamera çekimleri yaptırarak bunları inceler böylelikle varsa güvenlik açıklarını tek tek izah ederek müdahale ederdi.

İ. H. Adlı Cemaat mensubu hatıratlarında şöyle söylüyor: “Şehid Rehber, beraber çalıştığı arkadaşlarını, özellikle de yakın arkadaşlarını çok iyi tanırdı. Diğer Cemaat mensuplarını, hususen sorumluluk almış olan arkadaşları iyi tanımaya çalışırdı. Onun için bilgi akışının kesintisiz gelmesine önem verirdi. Kimin ne iş yapabileceğini, kapasitesinin ne olduğunu çok iyi bilirdi. Şehid Rehber, gelen dokümanı tek tek incelerdi, hiçbir şeyi geçiştirmezdi. Cemaat ve faaliyetleri gözlerinin önünde gibiydi. Bazen fiziki olarak Cemaat çalışmalarının yoğun olduğu bölgelerden uzaktı, ancak kurmuş olduğu Cemaatsel irtibat yollarıyla adeta bu fiziki mesafeyi ortadan kaldırmıştı. “

KENDİNİ TAMAMEN DAVAYA ADAMIŞTI

Şehid Rehber, İslam davasını kendisine öncelikli dert ve meşguliyet, hatta meslek edinmişti. Onun için İslami davadan başka bir meşgale yoktu. İnsanlara ve olaylara bu pencereden bakıyor, bu açıdan değerlendiriyordu. Bütün söz ve fiillerinde bu hali kendisini hemen gösteriyordu. Müslüman birini değerlendirirken hep bu özelliklerine dikkat çekiyordu. Kendisi fena fil Cemaat olduğu gibi arkadaşlarının da öyle olmasını istiyordu. Son derece enerjikti. Gece gündüz çalışmaktan, notları okuyup değerlendirmekten bıkmaz, usanmazdı.

A. Ş. adlı Cemaat mensubu bu konuda şunları nakletmektedir: “ Hizmete odaklıydı. Kişinin şahsiyeti yanında daha çok yaptığı hizmete bakıyordu. Hizmetteki kaliteye ve hizmet edenin maharetine, becerisine çok önem veriyordu. Sonraki görüşmelerimizde de onun bu seçiciliğini bariz bir şekilde müşahede ettim. Bir cevher arayıcısıydı. Bu arayışın tabiatında riskler ve zahmetler de vardı. Ama cevherin kokusu alındıktan sonra, o zahmetlere katlanılmalıydı. Bu benzetmeyi ondan öğrenmiştik. Yıllar sonraki bir yazışmamızda bir kardeşimizin sosyal kapalılığını biraz da şikâyetimsi bir dil ile yazmıştım. Verdiği cevap çok orijinal ve çok hoşuma gitmişti. Arkeologlar demişti, bir yerde bir cevheri tespit ettiklerinde onu ortaya çıkarmak için toz içinde bin bir zahmetle çalışıp didinirler… Onlar gibi olmak lazımdı, bana çok güzel bir ders vermişti. “

Şehid Rehber için İslam davası, dünyevi hiçbir makam ve meslekle mukayese edilemeyecek kadar kutsaldı. Kendisini tamamıyla ona vakfetmişti. Hiçbir şeyin onun önüne geçmesine fırsat vermiyordu. Bu yüzden Cemaat kavramının arkadaşlar arasında ve toplum içinde yer etmesini, Cemaatin şahs–i manevisinin öne çıkmasını ve telaffuz edilmesini istiyordu. İsminin asla öne çıkmasına ve hele hele Cemaatin şahs–i manevisinin önüne geçmesine asla fırsat vermiyordu. Sorumlulara talimat gönderse, herhangi birine veya birilerine selam gönderse, bir yerde bir sorun olduğunda orayla ilgili çözüm gönderse, hep Cemaat tabirini kullanır; “Cemaatin talimatı budur”, “Cemaat selam gönderdi”, “Cemaatin çözümü şu şekildedir” diye söylenmesini ister, kendi isminin veya yanındaki üst düzey sorumlulardan herhangi birinin isminin telaffuz edilmesini kabul etmezdi. “Cemaat” kavramının oturup yer etmesini ve bunun için gayret sarf edilmesini isterdi.

M. S. adlı Cemaat mensubu, konuyla ilgili olarak şunları ifade etmektedir: “Onu tanıdık tanıyalı, illaki Cemaat derdi, yani falan şöyle dedi, filan şöyle yaptı yerine, Cemaat şöyle yaptı, böyle dedi denilmesi için çok çaba sarf ettiğine şahit oldum. Bir kardeşin önemli bir sorunu vardı ve bu iş için de bizatihi Şehid Rehber’in konuyla ilgilendiğini biliyordu. Tabi ki bu onu çok memnun edip rahatlatıyordu. Bir gün Şehid Rehber kendi el yazısıyla bir not yazdı ve o kardeşe vermemi istedi, ayrıca sözlü olarak da ona iletmem için bana bir şeyler söyledi. Bunun üzerin ben de: “Ağabey, bu notu sizin gönderdiğinizi söyleyeyim mi? Dedim. “ O da: “Yok, gerek yoktur” dedi. Bunun üzerine ben: “Ağabey, bu kardeşimiz bu notu sizin yazdığınızı ve ileteceklerimi de sizin bana söylediğinizi zaten biliyor, siz onun sorunuyla bizzat ilgileniyorsunuz, saklamaya gerek var mı” dediğimde şu ders dolu ifadeleri kullandı: “Kendisi bilse de biz doğrudan söylemeyiz. Cemaat ismi ve kavramı hepimizin isminden daha büyük ve manevidir. Bu kardeşimiz ve hepimiz, Cemaat kavramını aramızda oturtmalıyız. Şahıs isimlerinden çok Cemaat ismini öne çıkarmalıyız. Cemaat dendiği zaman binlerce kardeşin manevi gücünü, şefkatini, kararlılığını, meseleye bakışını ve en önemlisi de şahs–i manevisi ortaya konmuş olur. Ama birinin veya benim ismim telaffuz edildiği ya da öne çıkarıldığı zaman, bu isimler bu kadar güzellikleri içinde barındırmaz. Dolayısıyla çok cılız kalır. Ayrıca bu gün ben varım ya da sizler varsınız, yarın hepimiz bu dünyadan göç edeceğiz. Ama Cemaatin şahs–i manevisi kalıcıdır.”

B. V. Adlı Cemaat mensubu da Şehid Rehber’in bu özelliği konusunda şu notu düşmektedir: “…Dünya namına hiçbir şeyi yoktu. Dünya namına hiçbir hesap ve endişesi de yoktu. Sadece İslam davasının endişesindeydi. Yirmi dört saat onun için çalışıyordu ve bütün ömrünü ona vakıf etmişti. Sabit bir yeri ve mekanı yoktu. Mücadelenin şartları nereyi gerektiriyorsa oraya göç ederdi. Bütün ev eşyaları bir traktörü doldurmazdı. Günün yirmi dört saati onun için çalışma ve mesai saatiydi…”

İ. H. Adlı Cemaat mensubu da konuyla ilgili şu hususlara dikkat çekmektedir: “…Çalışmada tükenmek bilmez bir enerjisi vardı. Onun çalışma temposuna ayak uydurmak çok zordu. Bazen günlerce ara vermeksizin çalışırdı. İstirahati ise genellikle akşam namazını kıldıktan sonra bir koltukta uzanıp kestirmesiydi. Günlük uykusu üç buçuk dört saati geçmezdi. Ondan sonra uyanır, beraber yatsı namazını Cemaatle kılardık ve çalışmasına ara verdiği yerden başlayıp sürdürürdü. Bir rahatsızlığı vardı, ameliyat olması gerekiyordu. Ameliyat konusunda birtakım alternatifler sunmaya çalışıyorduk. Onu bu konuda ikna edemedik. “Benim şahsımdan dolayı çalışmaların aksamasına ve Cemaate en küçük bir zararın gelmesine razı olamam. Sabredebildiğim kadar sabredeceğim, eğer tahammülü mümkün olmayan bir hal alırsa mutlaka Rabbim bir çare lutfeder. “ diyordu…”

D. Y. adlı Cemaat mensubu şu bilgileri aktarmaktadır: “Şehid Rehber için hayatta İslam asıl, diğer uğraşılar ise taliydi. İslami esaslar hayat şartlarına göre eğilip bükülmemeli, hayat ve şartları İslam’a göre şekillenmeliydi. Hele İslam davası, bir hobi olarak boş zamanların tahsisi ile sürdürülecek bir uğraş değildi ona göre. “

M. Ö. adlı Cemaat mensubu şöyle bir anı aktarmaktadır: “Bir seferinde ekip olarak Şehid Rehber’in ziyaretine gitmiştik. Çalışma ekibimiz beş kişiydi, yaklaşık bir ay çalışma alanımızdan uzak kalmıştık. Kendisiyle yaptığımız görüşmede, bazı arkadaşların kendi çalışma alanlarına tam vakıf olmadığını ve detaylı bir şekilde tanımadığını fark etmiş olacak ki, bir yemek sırasında bir iki arkadaşa kaç kilo olduklarını sordu. Arkadaşlar normal kilolarını söyleyince cevaben: ‘Yok, öyle düşünme. Senin alanında yüz kişi varsa, senin manen ağırlığın on tondur, çünkü üzerinde o arkadaşların her birinin ağırlığı vardır. Her kalkış oturuşunda bunun ağırlığını manen hissederek kalkıp oturmalısın. Gece ve gündüzün, kısacası tüm vaktin üzerindeki ağır yükü taşıyabilme endişesiyle olmalı ve işlerin sana meleke olmalı ki alanını tanımada, hizmet etmede ve işleri geliştirmede verimli olabilesin’ dedi. “

Cemaat içinde bir kural ve kaide yerleştikten sonra kendisini de bu kurallara karşı sorumlu görüyor ve öyle hareket ediyordu. Hatta bu kurallara diğer arkadaşlardan daha fazla riayet etme gayretini kendisinde buluyorduk. Diğer insanlara normal görülen bir takım şeylerin bizlere caiz olmadığını söyler ve örnekler verirdi. “Bizler bir Cemaatin mensuplarıyız, Cemaatin kural ve kaideleri vardır, bunları dikkate alarak hareket etmek zorundayız, dışımızdaki bir insan istediği zaman istediği işi yapmaya yönelebilir, kendisini bir şeye bağımlı hissetmez ama bizler aklımıza estiği gibi hareket edemeyiz, bir şey yapmak istediğimizde bağlı olduğumuz bir yapı olduğunu ve bu yapı içindeki sorumluluğumuzu hesaba katarak hareket etmek zorundayız” der ve bunları sürekli bize hatırlatırdı.

Devam edecek