Bir acep nur kim güneş pervanesi / Mücahid Haksever

Mazlumlar, feryatlarına, hıçkırıklarına bir cevap, gözyaşlarını silecek merhametli bir eli bekliyordu. Her hüzün bir istek, her feryat bir duaydı. Onun gelişine yer ve gök ehli sevinmiş, O’nu karşılamaya çıkmıştı. Geldiği zaman adeta kâinat O'nu karşılamaya, O'na tı bı xér hati Ya Resulé xweda, Ey Allah'ın peygamberi hoş geldin demeye gitmişlerdi.

Bir acep nur kim güneş pervanesi / Mücahid Haksever

Allah, İnsana halifesi olmak gibi büyük bir şeref payesini bahşetmiştir. Yeryüzünde Allah’ın vekili olan, Allah’ın kendi ruhundan O’na üflediği insanoğlu, bu şerefe karşı hamd ve şükrünü eda etmekten acizdir. Halifelik görevini icra etmek için gönderildiği şu yeryüzünde ve yine bu vazife için kendisine ihsan edilen özellikleri, O’na isyan noktasında kullanmak suretiyle Allah’a karşı zalim ve cahil olmuştur.  “اِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاًۙ ” (1)

İnsanın bu bilgisizliği, cahilliği ve zulmü sebebiyledir ki, insanlık tarihi nice zulüm ve vahşetlere şahitlik etmiştir. İnsanlara olan merhametinden dolayı Cenab-ı Allah, insanlara asli vazifelerini hatırlatmak için onlara Peygamberler göndermiştir. Cenab-ı Allah Onları, Dünyaya geldiğinde temiz ve günahsız olan insanları, tekrar asıllarına rücu ettirmek için göndermiştir. İnsanlar dünyaya çıplak gelir. Hem elbise anlamında üzerlerinde hiçbir şey yoktur, hem de günah anlamında üzerlerinde hiçbir şey yoktur. Cennetten getirtilen Kâbe’deki kutsal taş olan Hacerül Esved gibidirler. O da cennetten ilk geldiği zaman tertemizdi, bembeyazdı. Tıpkı Hacerül Esved’in kararması gibi, tertemiz insanların kalpleri de günahlardan kararmaya başlayınca Allah, manevi kalplerin tabipleri olan peygamberler göndermiştir.  Dünyayı dünya yapan insandır. İnsanların temizliği dünyanın da temizliğidir. İnsanın kalplerinin kirliliği, dünyanın da kirliliğidir. İnsanın zalim olması, dünyanın da zulümle yönetilmesi demektir. İnsanın kalbinin karanlığı, aynı zamanda kâinatın da karanlığıdır.

İşte Peygamber efendimiz (sav)’in Peygamberliğinden önceki dünya da, insanların işlediği zulümler ve cürümler yüzünden kalplerinin kararması neticesinde dünyanın da zifiri karanlığa gömüldüğü bir dönemdi. Hem de karanlığın en zifirisi. Bu dönemde geçerli olan kanun orman kanunuydu. Güçlünün zayıfı öldürmesi üzerine kurulu bir düzen. Merhamet, kılıçların gölgesinde ve kan göllerinde kaybolmuştu. Zalimlerin insafsızca yaptıkları zulümlerinin bir sonucu olarak, tüm hakları ellerinden alınan, susturulan bu mazlumlardan iniltilerinin dışında hiçbir ses işitilmiyordu.

Mazlumlar, feryatlarına, hıçkırıklarına bir cevap, gözyaşlarını silecek merhametli bir eli bekliyordu. Her hüzün bir istek, her feryat bir duaydı. Bu hal güneşin doğumundan önce, sabahın geleceğini müjdeleyen zifiri karanlık haliydi. اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ ﴿٨١﴾ “Onların azabla buluşma zamanı sabahtır. Sabah yakın değil midir?" Bu sabah mazlumlar için karanlıkların son bulup yerini aydınlığa bırakması, kan emici zalim vampirlerin gözlerini kör edecek bir ışığın doğması anlamına geliyordu. İnsanlık nice zamandır, bu cana can katan, ruhları dirilten, bu kutlu sabahı bekliyordu. Zulüm altında inim inim inleyen köleler, Bilaller, Ammarlar o sabahı bekliyordu. Hakları gasp edilmiş insanlar o sabahı bekliyordu. Hiçbir suçu olmayan, kendi cinsiyetlerini belirleme hakkına sahip olmayan, toprağa diri diri gömülen kız çocukları o sabahı u bekliyordu. Kâinat o sabahı bekliyordu.

Derken o sabah geldi, o doğum gerçekleşti. Adına cahiliye denen karanlık, âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammedî bir nurla aydınlandı. Abdullah’ın yetimi, Âmine’nin ciğerparesi, Yerin Mustafa’sı, Göğün Mahmud’u, İncil’in Ahmed’i, Kur’an’ın Muhammed’i sallallahu aleyhi ve sellem dünyaya teşrif etti. Göklerin öğrencisi, yeryüzünün öğretmeni Muhammed aleyhisselatu vesselam.

Onun gelişine yer ve gök ehli sevinmiş, O’nu karşılamaya çıkmıştı. Geldiği zaman adeta kâinat O'nu karşılamaya, O'na tı bı xér hati Ya Resulé xweda, Ey Allah'ın peygamberi hoş geldin demeye gitmişlerdi. Yürüdüğü zaman kâinat adeta peşi sıra yürüyordu. Ağaçlar etrafında pervane gibi dönüyordu. Gökteki ay aşkından ikiye bölünüyordu. Bulutlar O’nunla beraber yürüyor, yağmurlar ona olan özlem ve hasreti gözyaşları olarak yeryüzüne iniyordu. Kâinat O'na müştak, kâinat O'na hasretti. Şairin dediği gibi, ya Resulellah,

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım.

Kâinat cezbeye gelmişti bu gecenin ihtişamından. Yer gök âdeta en güzel libaslarını giymişti. O’nu karşılamaya çıkmışlardı. Herkes hal lisanıyla ona hoşamedi ediyordu, O’na hoş geldin diyordu. Dağlar, taşlar yer, gök O’nu tanıyor O’nu seviyordu. Yürüdüğü yollarda ağaçlar ve taşlar ey Muhammed sana selam olsun diyorlardı.

“Diller nakıs kalır, anlatamaz Seni. Kalemler acz içinde boyun büker, yazamazlar Seni. Seni konuşabilmek ne mümkün, kelimeler hani? Bir yücelik ummanında boğulmaktır, anlatmaya çalışmak Seni. Sen Resulullah (sav)’sın, Allah’ın Habibi. Ezelde sevgiliydin O’na, ebedde yine Sevgili. Yalnızca Sana verilmiştir Ey Resul (sav), iki cihanın efendiliği…”

Merhum Süleyman çelebinin mevlidinde dediği gibi, “Bir acep nur kim güneş pervanesi”   Muhammed (as) öyle acayip bir ışıktır ki; fezadaki her şeyin onun etrafında döndüğü güneş, ışığıyla felekleri ışıtan güneş, sanki O güneş onun etrafında pervane gibi dönüyor.

Bu bakımdan Resulullah (as)’ın doğuşu her bakımdan bir inkılaptır. Kâinatın o ana kadar gördüğü en büyük inkılap. Bu inkılap afakta olduğu gibi enfüstede olmuştur. Tabiatta olduğu gibi, şahıslarda da olmuştur. O gece gökyüzünde ortaya çıkan yıldız kâinatta olacak olan inkılapların da müjdecisiydi. İşte bugün dünyanın dört bir tarafında bu inkılabı engellemeye muvaffak olamayan alçaklar, inkılap rehberi (as)’a dil uzatmak cüretinde bulunuyorlar. Ama onlara müjdeler olsun ki, demirleri çatlatıp dışarı çıkan donmuş suyu, hiçbir şeyin engelleyememesi gibi, siz de bu inkılabı durduramayacaksınız. Size söyleyecek son sözüm şudur: قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْۜ "Kin ve öfkenizle geberin!"(Ali imran 119)

Sizleri Allah’ın selamı ile selamlarken, Mevlid kandilinizi tebrik ediyor, bu kardeşinizi de dualarınızda unutmamanızı istirham ediyorum.

1-Ahzab 72

Mücahid Haksever / Habernas