Yeni dünya denklemi-1 / Çetin Tufan

Dünyanın, erdem yönü kaybolup, çarkı felek, zalim ve zorbaların lehine döndüğünde, -ki bunda, iman ehlinin dalalete, atalete hatta halkına ve Rabbul Alemine karşı ihanete düşmesinin sebep olduğu görüşündeyim- artık, hile ve entrikalarla beraber, demiri elinde tutan, onu şiddet, zorbalık ve tuğyanlık için kullananların hakim olduğu bir dünya var olur.

Yeni dünya denklemi-1 / Çetin Tufan

Hayat ipini elinde bulunduran, istikamet arzusunu insana bırakan, Alemlerin Rabbi'nin Adıyla

Dünyanın mükemmel tabii sistemine, irade sahibi bir mahluk olarak atanan ve burada hayat mücadelesi veren insanlık; bu mücadelede hak ve hakikat yolu olan fıtrat yolunu benimsemek veya zulüm ve zorbalık yolu olan, küfrü tercihte muhayer kılınmıştır. Bazen de bu iki yolu birbirine karıştırarak, mesela kendi tebasına, hakkı, fıtratı alabildiğine uygularken, muhaliflerine ise küfrü uygulayabilmektedir.

İnsanlık tarihi ne yazık ki, bu mücadelenin getirdiği yıkım ve dönüşümlerin tarihidir. İşte, insanlık erdemi ve fıtratı buldu, huzur ve refah içinde yaşayacak dediğimiz bir zamanda -ki bunlar peygamberlerin nuruyla teceli etmiştir- yine insanın, o kara tarafı ortaya çıkıp, herşeyi tekrardan heder etmektedir.

Dünyanın, erdem yönü kaybolup, çarkı felek, zalim ve zorbaların lehine döndüğünde, -ki bunda, iman ehlinin dalalete, atalete  hatta halkına ve Rabbul Alemine karşı ihanete düşmesinin sebep olduğu görüşündeyim- artık, hile ve entrikalarla beraber, demiri elinde tutan, onu şiddet, zorbalık ve tuğyanlık için kullananların hakim olduğu bir dünya var olur.

Orta çağda, aile ve hanedanların hakimiyetiyle oluşan devletler, dünyaya hakim olup, nimetlerinden istifade ederek , Kur'an-ı Kerim’in tarifiyle oyun ve eğlence diyarını geçtiler. Ne zaman ki, bu kral, sultan ve padişahlar, hak ve adaleti terkedip, dünyanın cazibesine kapıldılar, kendilerini tuğyanlaştırıp ilahlaştırdılar; o zaman, insanların, kanlarını  şahsi ihtirasları sebebiyle heder etmekten sakınmamışlardır. Buda onların sonunu getirmiş ve tarihin tozlu sayfalarında, bir varmış bir yokmuş hükmüne düşmüşlerdir.

Bundan 40 yıl evvel, zulüm çarkının asıl etmeni dünyalık (ekonomik) çıkarlar ve silah sanayi olsa da, bu silahların sahipleri aynı zamanda kendilerine, çağdaş bir din ve inanç ta oluşturmuş, adına da ideoloji diyerek insanlığı sömürmenin usulünü ve kaidelerini yeniden dizayn etmişlerdi.

Bu cümleden ya komünist, sosyalist halkçı idiniz… Sınıfsız ve sınırsız bir toplum arzulamakta, bunu yapmak için de, bilinçsiz yığınları, onlar adına eğitmeli, maddi ve manevi kaynaklarını, devlet çekici altında ezerek, sözüm ona eşit şekilde dağılımını savunmalı idiniz.

Ya da kapitalist… Sınırsız bir özgürlük ve zenginlik popogandası altında, çalanın, köşeyi dönenin; zeki,işini bilen olarak görüldüğü, diğerlerinin ise keriz sayıldığı; sermayenin kartel ve şirketlerin elinde olduğu, devletlerin bunların idamesi için bir araç olduğu bir ideolojiyi savunurdunuz.

Gerçekte bu iki ideolojiyi temsil eden, ABD ve SSCB dünya halklarını aralarında paylamış, kalan kırıntıları ise Çin Maoist devletine ve yaşlı Avrupa kıtasındaki devletlere sunmuşlardı.

Ne enteresandır ki, bu her iki akımda kendilerine baş düşman olarak ilahi dinleri görmekte, hakim oldukları toplumları, dinden soğutma projeleri geliştirmekte idiler.

Aralarındaki fark ise, kominist ve sosyalist bloktakiler açıkça inkar ve küfür yolunu seçip, toplumun ve insanın mayasında var olan dini ve dini olguları sökebileceklerine inanmaları idi. Bu uğurda, gasp ettikleri, İslam ve Hıristiyan diyarlarında terör estirdiler. Halkları bilinçlendirmek adına, milyonlara varan kıyımlar gerçekleştirdiler. Buna da devrimin bedeli, dediler. Tıpkı Kemalist devrimin Türkiye deki kıyımları, veya Kürt-Kemalist Apo'nun müzelik hareketinin Kürdistan halkına dayattıkları gibi…

Kapitalist, liberal kesim ise, tam bir münafıklıkla dinleri kabul etmekle birlikte, dinleri emellerine ulaşma aracı olarak gerektiği zaman kullanmaktaydılar. Hiçbir zaman dinleri gerekli, uyulması gereken erdem yolu olarak görmemişlerdir. Karşı cenahın dediği gibi, dini afyon olarak kullanıp yığınları uyuşturma ve tımar etme aracı olarak kullanıyorlardı. Hatta dindarların mezhepsel ve inançsal farklılıklarını, diğerlerin ırksal ve kadim problemlerini, körükleyip özgürlük adı altında aralarında fitne ve fesat çıkarmakta idiler.

Bu iki ideolojinin sahibi olan devletlerde, teoride hak adalet ve eşitlik sloganlarıyla yola çıkmakla beraber, gerçekte ise sınıflar arası ekonomik ve eğitim farkının açılmasını engelleyememekte, aksine halkların buna karşı itaatkar ve sabırla kaderlerine razı olmalarının sopa ve havuçla temin edildiği bir yol izlenmekte idiler…
Selam ve dua ile.....

Çetin Tufan / Habernas