Avrupa'da varlıkla imtihanımız ve varlık içerisinde mutsuzluğumuz

Avrupalı Müslümanların varlık imtihanını iyi verememeleri, aile kurumunu yıktığı gibi, ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getirdi. Sohbet, cemaat ve cami ortamından uzakta kalan herkes bu ahlaki zayıflamadan nasibini aldı.

Avrupa'da varlıkla imtihanımız ve varlık içerisinde mutsuzluğumuz

Avrupalı devletlerin büyük çoğunluğu, sosyal devlet olmanın gerekliklerini yerine getirmektedir. Bu devletler, halklarının ihtiyaçlarını bir şekilde karşılamaktadırlar. Avrupa’daki eğitim sistemi orta okuldan itibaren çocukları bir işe yönlendirme noktasında yol gösterici bir rol oynamaktadır. Orta okuldan sonraki süreç, gençlerin ileride yapacakları işte önemli bir rol oynamaktadır. Gençler okul eğitimi bittikten okuduğu branşta bir işe yerleşir. Burada üniversite imtihanı falan yoktur.

Üniversiteyi bitiren kişilerin bir işe yerleşememesi durumunda ise, devlet bu kişileri bir işe yerleştirme noktasında azami gayret gösterir. Çünkü burada devlet halk içindir, halk devlet için değil… Çıkarılan tüm kanunlar devleti korumak için değil, halkı korumak içindir. Onun için buranın halkı devletlerini sevmektedir. Devletle halk bütünleşmiş durumdadır. 

Kişiye uygun bir iş bulunmadığı zaman ise devlet, vatandaşının her ihtiyacını karşılayabileceği bir maaş verir. Bununla beraber, ev kirasının yarısı ve sağlık sigortasının da bir bölümünü karşılar. Çocuk parası adı altında verdiği yardımla da, ebeveynlerin çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamasına yardımcı olur.

Avrupa ülkelerinin çoğunda bu sistem vardır. Dolayısıyla geçim sıkıntısı çeken kimsenin olmadığını söylersek abartmış olmayız. Tabi ki bu verilen ödenekler, sadece geçimini sağlayacak kadardır. Bunun ötesinde ekstra bir şey yaparsan sıkıntı yaşarsın. Ayağını yorganına göre uzatırsan, geçimini sağlar gidersin. Bu sistemde para biriktiremezsin ama aç da kalmazsın. Bu kişiler, herhangi bir iş yeri sahibi olmayan, bir işe de yerleştirilemeyen, devletin sosyal haklarından istifade eden, Türkiye’de dar gelirli dediğimiz insanlardır. Bunun dışındaki insanlar ise, lüks hayat içerisinde yaşayan insanlardır.

Dünyada, Avrupa şartlarında yaşayan insanların sayısı azdır. Bugün Yemen gibi ülkelerde dakikada kaç çocuk, açlıktan ölüyor. Burada açlıktan ölen bir insan göremezsin. Burada insanlar başka türlü ölüyor. Ruhen ölüyor, manen ölüyor. Onu insan yapan tüm değerlerden mahrum kalınca, İnsanlığından çıkıyor. İşin acı tarafı ise, bu hastalığın Müslümanım diyen insanlara da sirayet etmesidir.

Geri kalmış ülkeler ve savaş halindeki ülkelerdeki Müslümanlar, açlıkla imtihan edilirken, Avrupalı Müslümanlar toklukla imtihan ediliyor. Avrupalı Müslüman, nimetler içerisinde yüzüyor. Malı arttıkça maneviyatı azalıyor. Maneviyat azaldıkça da, Müslüman toplumda ve özellikle de ailelerde huzursuzluklar baş gösteriyor. Ve bu huzursuzluklar, maalesef boşanmalarla sonuçlanıyor.

Bazen, bu tür huzursuzluklar yaşayan ailelerle konuşmaya gidiyorum. Genel olarak baktığımda, huzursuzluk olmasını gerektirecek hiçbir neden yok. Ama maneviyattaki eksiklik, insana önceliklerini değiştirtebiliyor. Avrupalı Müslüman aileler, kendi rengini topluma vermek yerine, içerisinde yaşadıkları toplumun rengini almaya başlamışlar. Bunun istisnası ise, Avrupa’da herhangi bir İslami camianın ya da bir caminin çevresinde olan Müslümanımlardır. Bu ailelerden bazılarının öyle çocukları var ki, İslam ülkelerinde dahi böyle gençlere az rastlanır. Allah sayılarını arttırsın. Avrupa’da kaldığım uzun yıllar sonucunda edindiğim izlenimim şudur ki, İslami bir camia ya da bir cami çevresine takılmayan kişiler ve aileler, burada erimeye mahkumdur. İsminin önünde hoca, hacı, seyda, gibi unvanların olması da bu erimede ona yardımcı olmayacaktır. Tek başına kalıp kendilerini muhafaza edenler yok mudur? Kesinlikle vardır. Ama yok denecek kadar da azdır.

Tabiat boşluk kabul etmez. Sen hakla meşgul olmazsan batıl seni meşgul eder. Batılın meşgul ettiği ailelerde huzur beklenebilir mi? Avrupa’da yaşayan ama hakla meşgul olmayan Müslümanları da batıl meşgul etmektedir. Ve bunun sonucunda da, manevi hiçbir kaygısı olmayan tek derdi dünya malı toplamak olan aç gözlü, bir Müslüman çıkıyor karşımıza. Özellikle de aç gözlü kadınların gözlerini ve nefislerini doyurabilmek adına istekleri arttıkça, kocalar da bunu gerçekleştirmek adına daha da çalışmaktadırlar. İstenilen gerçekleşiyor. Bankadaki hesaplar şişiyor. Lüks dairelerde oturuluyor. Lüks arabalarda oturuluyor. Ama huzur kalmıyor. Evin reisi olan babanın reisliği bir isimden öte bir anlam ifade etmiyor. Baba, sabah erken, çocuklar uyurken evden çıkıyor. Akşam eve döndüğünde karşılaştığı manzara ise, çocukların babalarının fotoğraflarına sarılı hali. Gerek erkek gerekse de kadın, Müslümanlar arasında artan bu aç gözlülük ve aşırı hırs maalesef boşanmalarla sonuçlanmakta aile yuvaları darmadağın olmaktadır.

Bundan daha tehlikeli olanı ise, Avrupa’da ıslah görevi yapabilecek güç ve kapasitede olan ve toplumda İslam davetçisi konumundaki kişilerin de bu hastalığa müptela olması. Bu topraklara İslam davasına hizmet adına gelen mücahid konumundaki insanların müteahhitliğe soyunmaları. Bir Müslümanın mal ve servet sahibi olması elbette çok güzel bir olaydır. Ve olması da gerekir. Bugün Avrupa’da İslami hizmetler maddiyatla oluyor. Avrupa’daki tüm hayır kurumlarının, vakıfların finansmanı burada yaşayan Müslümanlar tarafından karşılanıyor. Rabbim onlardan ebeden razı olsun. Mallarına bereket koysun inşallah. Ama hizmet yapma konumundaki Müslümanın amaç ve hedefi İslama ve Müslümanlara hizmettir. Kazandığı mala da bu gözle bakar. Mal kazanmak, zengin olmak asıl hedef değildir. Eskiden durmak bilmeyen azim, tükenmeyen enerjiyle hizmet edenler, şu an hizmet alanlarına sadece bir çay içip, eski dostlarla hasbihal etmeye geliyor. Varsa yapılacak bir hizmet, işinden (o da kalırsa) arta kalan zamanda hobi niyetine yapıyor. Bu işi eski azim ve heyecanla yapan kardeşler elhamdülillah ki var sayıları az değil. Ama müteahhit kardeşlerimizin mala olan bu düşkünlüğü ve o malı arttırmada gösterdikleri cehd ve gayret, hizmet ehli bu kardeşlerimizin, hizmetlerini de akamete uğratmakta, sözlerini değersizleştirmektedir. Özellikle yeni yetişen nesle örneklik olma noktasında da sorunlar yaşanmaktadır. Bu gençler, kitaplarda okudukları, abilerin anlattıkları, öncü kadrodaki kardeşlerin bu değişimine bir anlam verememektedir. Bu kardeşlerin bu tavırları bu gençlere fedakarlık dersi verilmesi noktasında da sıkıntılar yaşanmasına yol açmaktadır.

Avrupalı Müslümanların varlık imtihanını iyi verememeleri, aile kurumunu yıktığı gibi, ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getirdi. Sohbet, cemaat ve cami ortamından uzakta kalan herkes bu ahlaki zayıflamadan nasibini aldı. Bir farkla… İslami bir geçmişi olanlar zamanla, diğerleri ise kısa bir zamanda, ahlaki erozyona uğradı. Hatırlayalım, bir zamanlar Allah bize bir genişlik döneminden sonra nasıl sıkıntılar yaşattı. Tüm yeryüzü genişliğine rağmen bize nasıl daraldı. En yakın bildiğimiz insanlar dahi bize selam vermez oldu. Allah göstermesin, bu halimize şükretmez ve bu şükrün gereği olan hizmeti yapmazsak o sıkıntılarla tekrar imtihan edilebiliriz. Rabbim göstermesin.

Bu hastalığa müptela olmuş tüm Müslüman kardeşlerime, başta kendi nefsim olmak üzere, İslam davetçisi konumundaki kardeşlerime, abilerime sesleniyorum. Lütfen yeter artık. Kendimize gelelim. Aklımızı başımıza alalım. Şeytanın bizimle oynamasına müsaade etmeyelim. Burada yapılacak o kadar iş var ki, sonu olmayan bir altın madeni gibi, kazı kazı bitmiyor. Altınlar ortalıkta, madenciler firarda. Burada hizmet yapmanın önünde hiçbir engel yok. Hizmet yapılan ülkelerin asayişine karışılmadığı müddetçe hiçbir sorunla karşılaşılmıyor. Bu sadece Müslümanlar için değil, tüm dinler için böyledir. Bir defasında ölüm döşeğindeki bir Yahudi çocuğun imanına vesile olan Peygamber Efendimiz (sav), elhamdülillah bir kişiyi cehennemden kurtardık diye seviniyor. Başka bir Yahudi gencin de ölüm döşeğinde olduğunu duyunca, onu da kurtarmak için alelacele onun evine doğru giderken, içeriden gencin tabutunun çıktığını görüyor. Oracıkta yığılıyor Efendimiz üzüntü içerisinde. Elimizden kayıp gitti diyor. Avrupa’da bir elin uzanmasına muhtaç o kadar insan var ki. Ama ne yazık ki, onlara el verecek insanlar ellerini uzatmıyor. Çünkü elleri dolu. Başkalarına el uzatmayan bu kardeşlerimizin bazıları da üzülerek ifade edeyim ki, çocuklarıyla imtihan ediliyor.

Rabbim bizleri muhafaza etsin, ayaklarımızı sabit kılsın. Rabbim bizleri kendi dinine hizmet edenlerden eylesin. Bize O'nun yolunda sarf edeceğimiz bir mal versin. Bir dahaki yazımızda buluşuncaya dek, Allah’a emanet olun. Dualarınızı bekliyorum.

Mücahid Haksever / Habernas