Avrupa tarihi içinde Yahudi sorunu ve Filistin-2 / Selahaddin Nasranlı

Yahudi avı her zaman için bir Avrupalı sporu olmuştur. Şimdiyse, bu sporu hiçbir zaman yapmamış olan Filistinliler diğerlerinin hesabını ödüyorlar.

Avrupa tarihi içinde Yahudi sorunu ve Filistin-2 / Selahaddin Nasranlı

Modern öncesi dönemde iç ve dış engisiyonla geçen ve Yahudi karakterini esir alan totoliter çizginin, günümüze yansımalarını tekip etmeye devam edeceğiz.

Avrupa halkları ve Yahudiler içinde en büyük sorunlardan biri sözlü vahiy kabul edilen Talmud’da yer alan İsa ve Hristiyan karşıtı söylemdir. Talmud’daki sert sözler, sırf Batılılar alınmasınlar diye sansürlenir baskılardan çıkarılırdı. Talmud, İsa’nın cehennemde dışkının içine düşeceğini anlatır. Bu ve benzeri ifadeler üzerinden Talmudçu Yahudiliğe baskılar oldu. Ayrıca hakaretçi cümlelerde “Müslüman” ve “Hristiyan” kelimeleri yerine başka kelimeler kullanıldı. Ama gerçek nüshalarda hakaretler duruyordu.

Olmadıkları gibi görünmek karaktere işledi. Hatta ilerde hahamlar, zenci karşıtı olmalarına rağmen yandaş gibi görünürdü.

İsrael Shak’a göre Hahamlar ithamlara karşı; rüşvet ve torpilcilikle, “vatansever yalancılık” ile karşılık verdiler. İki yüzlülük bir kader olmuştur. Tevrat’ın “Çoğunluktan yana olmayacaksın, çoğunluk lehine konuşup adaleti saptırmayacaksın” (Mısır’dan çıkış 23-2) ayeti dahi saptırıldı çoğunluğa uymak öğretildi.

Öte tarafta, İslam toplumları içinde Yahudiler, büyük toplu sürgün ve toplu katliam (küçük öldürme olayları olmuştu elbet) yaşamadılar. İslam dini bunu yasaklıyordu. Sultan Selahaddin onları (en büyük Yahudi alim Maimonides’i başkanları yaparak) kayırıyordu. Hem Osmanlı’da rahattılar. Yanlız El Muvahhidun Devleti içinde bir ara eziyet gördüler ve göç ettiler. Buralarda da Yahudi toplumu din adamları, haham mahkemeleri ile kendi içlerinde otokratik bir zülüm sürdürüyorlardı.

Esasen Avrupa’da -samimi olsun olmasın- tüm yönetici elitler, Yahudilerin yanında olmuşlar ve katliama çalışmamışlardı. Asıl “Yahudi avı” düzenleyenler; Hristiyan avam halk ve alt düzey keşişler idi. Bundandır ki kara veba hastalığı olsa “uğursuz Yahudiler yüzünden” denilerek Yahudi kırımı yapılırdı. Müslümanlara karşı Haçlı Seferi yapılsa; “şu yol üstümüzdeki Yahudileri bir kılıçtan geçirip, kılıçları bir kanla yıkamalı, sonra da yola devam” denilirdi. İspanya’daki gibi Müslümanlar sürülse, “Yahudileri de bir sürelim. İş yarım kalmasın” hesabı yapılırdı.

Yine 1870 yılına kadar varlığını sürdüren Papalık Devletleri’nde, Yahudilerin sadece “getto” adı verilen belirli mahallelerde yaşamalarına izin veriliyordu.

On dokuzuncu yüzyıl ile 20. yüzyılın ilk yarısında (İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar), Katolik Kilisesi, “iyi Antisemitizm” ile “kötü Antisemitizm” arasında bir ayrım yapıyordu. “İyi Antisemitizm” Yahudileri ağır da olsa eleştirmek, menfaatçilik ve fitnecilikle suçlamak, “kötü Antisemitizm” ise ırkçılıktı ki, ırkçılık Hristiyanlığa ve onun insancıllığına aykırı idi. Ama sonuçta bu “iyi ve makbul Antisemitizm” dahi zülme götürüyordu.

Esasen aşırı zülümle hemhal olmakla beraber, Tevrât uslubu da farklılaşmaktadır. Özellikle Tevrât’ın son bölümlerine doğru (Hoşea, Malaki...) -Kültürel ve dini asimilasyondan ötürü- yoğun eleştiri ve nasihatten bıkmış bir Tanrısal uslup sezinlenir. Burada Tanrı-İsrail ilişkisi mütebessim bir din imajını zedeler ve soğuk bir portre çizer....

Neticede Yahudiler; tüm Avrupa’da şamar oğlanı, en çok zülme ve katliama uğrayan dini azınlık idiler. Haliyle Hristiyan antisemitizmi oldukça güçlü bir damardı. Ta ki modern çağda onlar da moderniteye, hümanizme, ulus devlete ve akla destek verip dolaylı yoldan kendilerini kurtarıp, düşmanlarını değiştirip (hatta oyalayıp) de rahatlayıncaya (Hitler rejimi hariç) kadar. Nitekim Yahudi düşünürler, (Spinoza, Marks, Einstain, Durkheim, Troçki,...) birçok Hristiyan karşıtı ideolojide kurucu rol aldılar. Dolaylı yoldan Hristiyanlığı ağır darbeler vurdular.

Yazdıklarımızdan anlıyoruz ki; Avrupa ne kadar Hristiyan olmuşsa, o kadar Yahudi öldürmüştür.

Kısacası devletli Yahudilerdeki totoliter ve baskıcı kültür; kendi içlerinde onlara tanınan;

-cemaat içi engisizyon yapabilme ve şiddet hakkı,

-Avrupa ile Müslüman devletlerin, Yahudilere otonomi benzeri dini hak adı altında insan hakları ihlallerine kulak tıkamaları,

-şehir hayatı içinde gettolara sıkıştırılmaları, holokostlar,

-kendini koruma adına aşırı dünyevi güç elde etme ve devlet kurma sevdasına kapılmaları,

-sürekli düşman içinde yaşadıklarından düştükleri psikolojik travmalar, gizlenmeler, uyanıklıklar, paraya ve yalana sarılmalar, (Nitekim Tevrât’ta Tanrı ile pazarlık yapma, ondan yakınma ve onu- yerine göre- sorgulama da cerayan etmektedir.)

-kendilerini korumak adına birey özgürlüklerini engellemeleri,

-haham mahkemelerinin Tevrat’tan ziyade Talmud’un baskıcı ve yanlı ahlakı... neticesiyledir.

Onlarda "iyimser bir tarih algısı" hemen hemen yok gibidir.

Hasılı, Avrupa baskıcı tarihi, Filistin zülmüne dolaylı yoldan etkide bulunmuştur. Baskı ve zulüm gören halkların, zülüm yapma kapasiteleri de oldukça güçlüdür.

"Yahudi avı her zaman için bir Avrupalı sporu olmuştur. Şimdiyse, bu sporu hiçbir zaman yapmamış olan Filistinliler diğerlerinin hesabını ödüyorlar" der, Eduardo Galeano.

Bir de bu bağlamda günümüz Filistin ve İsrail ilişkilerini okuyalım. Belki o zaman taşlar daha iyi yerine oturur, vesselam.

Selahaddin Nasranlı / Habernas