İbadetlerimiz; Tamam... Peki, Yeterli mi? / Nurullah Yılmaz

İbadetler...Daha doğrusu ibadetlerin özü ve çağrıştırdıkları, üzerimizdeki etkileri veya asıl bilmemiz gereken hususlar.

İbadetlerimiz; Tamam... Peki, Yeterli mi? / Nurullah Yılmaz

Bizler; günlük  meseleler, siyasi kamplaşma ve çekişmeler, ideolojik tavırlar, kariyer kaygısı, mal ve sermaye sorunları ile çok fazla iç içe olduğumuz için gündemimiz genelde bu yönde olmaktadır.

Bugün, “suya sabuna dokunmayan” ama aslında hepimize lazım olan, belki de “tek lazım” olan bir mevzuya değineceğiz.

İbadetler...Daha doğrusu ibadetlerin özü ve çağrıştırdıkları, üzerimizdeki etkileri veya asıl bilmemiz gereken hususlar.

Namaz...

“Dinin direği...”, “kişinin kalbinde bir nur...”, imanın alameti, ruhu temizleyen, insanı kötülüklerden alıkoyan,  en büyük zikir...

Ama namazın en etkileyici ve insanı alıp farklı yerlere götüren yönü “Mü’min’in miracı” olması... Düşünsenize, insanın sevdiği biri ile karşılaşmasını, sevdiği birine kavuşmasını, onunla sohbet etmesini, dertleşmesini...

Namaz, kişinin rabbi ile buluşması, konuşması, dertleşmesi ve O’na şükretmesidir. Kişi, namaz sayesinde  Allah'ın manevi  huzuruna yükselir.  Kul ve Rab... Ne büyük bir şeref!.. Kişinin rabbinin huzurunda olmasından daha güzel bir saadet olabilir mi? Bir yöneticinin, bir müdürün karşısına son derece resmi bir halde ve korka korka, çekine çekine çıkan insan...Ancak, rab, ondan öyle bir resmiyet beklemiyor. Huzuruna çıktığı için minnet etmiyor. Tabiri caizse, dudak bükmüyor, üstten bakmıyor. Onun içindir ki Allah bu kavuşma anına layıkıyla riayet etmeyenlere şiddetle kızıyor; “Vay, o namaz kılanların haline ki; Onlar kıldıkları namazdan gafildirler”... Kıldığı halde gafil olanların hali böyleyken, ya bir de hiç kılmayanların hali...

Oruç...

Ramazan ayı(ndayız)... Kimi yerlerde havalar sıcak, günler uzun... Uzunca saatler, yeme, içme ve her türlü nefsani istek ve arzulardan kaçınma... İş, uğraş, meşgaleler... Bazen öyle olur ki akatten düşecek gibi olur insan...

Şu var ki, her zorluğu hafifletecek bir vaad; Her ameli/ibadeti melekler karşılığı ile yazar, miktarı bellidir, on mislinden yedi yüz misline kadar.  Ancak oruç müstesna. Allah buyuruyor ki;  “Oruç benim içindir onun mükafatını ben vereceğim. Zira oruçlu kişi yiyecek ve içeceğini sırf benim için bıraktı.”

“Oruç olarak yazın, karşılığını ben vereceğim.” Yani dünyevi hiçbir “değer”le kıyaslanmayacak, karşılığı yazılamayacak kadar değerli...Bu kadar kıymetli bir hediye için insanın açlık, susuzluk, hatta her türlü ezayı göze alması gerekmez mi? Bunca kıymetli bir hediye insana tüm sıkıntıları unutturmaz mı?

Zekat...

Genişletirsek; sadaka, infak, fıtr... Alınteri ile çalışarak, didinerek, türlü eza ve meşakkatlere katlanarak elde edilen kazanç... Yada belki kolaylıkla...Yatırım, araba, ev yada çocuklar dururken başkasına vermek, başkası ile paylaşmak... nefse ağır gelebilir.

Ancak, Allah verilen zekatın yerine karşılığını vereceğini vaad ediyor, garanti veriyor;  “Zekat ile mal eksilmez, bereketlenir, çoğalır.” Haşa, Allah’tan daha doğru sözlü ve sözünde duran kimse var mı? O zaman korku ve çekince niye? Hem sadece ahirette değil, dünyada da...

Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor: "Siz Allah için ne verirseniz, Allah onun yerine (daha iyisini) verir." Sebe:39

Bir kudsi hadiste: "Ey kulum, sen yoksullara sadaka ver ki, ben de sana vereyim    ."...Bir başka hadiste ise Peygamber,: "Her sabah iki melek iner. Birisi, "Allah'ım, sadaka verenin malına bolluk ver." der, diğeri de, “Allah'ım, sadaka vermeyenin malını yok et der.” buyurmaktadır.

İnsan, küçük bir ikramını gördüğü kimseye karşılık vermek için türlü türlü vesileler ararken, kendisini yaratan ve hesapsızca lütufta bulunan yaratıcısına da şükretmesi gerekmez mi?

Hac...

Haccın, en etkileyici yönü ise, Allah’ın kadına verdiği değer ve insanlar arasında sınıf ayrımının olmaması... Allah’ın sınıf, rütbe, makam, mal, cinsiyet, dil, ırk, renk ayrımı yapmaksızın “takva”yı üstün olma vesilesi olarak görmesinin tezahürü...

Hiçbir Peygamber, yönetici ve komutanın dahi kabrinin  olmadığı bir yerde Hacer’in kabri, Kabe’nin tam kenarında... Ve yüzyıllardır erkekleri – zengin, fakir, kral, devlet başkanı, bürokrat, komutan- hem siyah, hem köle, hem de kuma bir kadın olan yani toplum tarafından 3 kere kaybedilmişlerden, horlanmışlardan olan Hacer’in izinde koşturan, Sa’y yaptıran bir ibadet...

Rütbe, makam, mevki, olmadan herkes aynı elbise içinde, dikiş dahi yok. Herkes aynı şartlarda, aynı saflarda, eşit ve ünvansız...Sınıflar yok, alt üst yok.

Bir de normal hayatta bunu becerebilsek...

Dolayısıyla ibadetlere bu “ruh”  ile baktığımız an üzerimizdeki tesirleri de daha fazla olacak ve o ibadetleri ifa etme şeklimiz de şevkimiz de her daim diri kalacaktır.

İbadetlerle ilgili değinilmesi, üzerinde ısrarla durulması gereken; ihmal ettiğimiz bir hakikat daha var. Aslında işin ibadet kısmını da aşan, belki de ondan da öncelikli kısmı.
İbadetlerden daha önemli ne olabilir ki? Ya da ibadete daha bir anlam katan ne olabilir ki?

Bir sonraki yazımızda değineceğiz Allah izin verirse...

Nurullah Yılmaz / Habernas