Konformizm Çağı’nda Bir İlahî İnkilaptır Peygamberler Tarihi / Selahaddin Nasranlı

Konformist müslüman da bu bolluk içinde insani ve İslâmi duyarlılığını büyük oranda yitirmiş, evler, arabalar, şehvet ve kapitalistçe yaşama kendini kaptırmış kişi. Şu halde konformist müslüman, emperyal-liberal ve seküler değerlerin standartlara uygun düşünen ve yaşayandır. Düşünürken İslâmi referansları ve ölçütleri yitirmiştir. Hem müslümandır hem kapitalist, hem dindardır hem milliyetçi.

Konformizm Çağı’nda Bir İlahî İnkilaptır Peygamberler Tarihi / Selahaddin Nasranlı

Öncelikle bir durum tespiti yapmak durumundayız. Hali hazır, peygamberler tarihi yazım tarzı, fikri çölleşme karşısında hikayeler sunmaktadır. Akif’in basireti yani “asrın idraki” bağlamında bakarsak, alimlerimizin yazmış oldukları siyer artı peygamberler tarihinin, sosyolojik sağduyu ile ve asrın dili alakası yok gibi. Yani eski yazım dili, uslup ve yorumları -daha doğrusu yorumsuzlukları- bizim zihin dünyamıza hitap etmemektedir. Bunun en bariz yansıması, onları okurken güncel dünyamız ile bir bağ kuramamızdır. Oysaki “peygamber kıssaları” nuzul anlamında güncel idrake inmişti ve hidayet hakkında can alıcı mesajlar içeriyordu. İşte biz bu bağı kaybettik. Bir türlü kendimizi “peygamberler tarihi” içinde göremiyoruz.

Üstelik de alimlerimiz, bizzat o zamanı da tam kurgulamış ve zamanın insanlarının ruh hallerini yeterince sunmuş değillerdir. Olayların sonuçlarını yazmakta mahirseler de, sebepleri tahlilleri bir hayli çoraktır. Yazarken dost-düşman hayal ve idrak dünyalarını sunamamaktadırlar. Beri taraftan da onları çok suçlamak da yersiz. Çünkü biz de uzaklaştık. Biz de kapitalist savrulmalar yaşıyoruz.

“Konformizm çağı”, materyalist tüketim kültüründe savrulmuş olduğumuz; çokluk krizi, obezite, rahatlık, umursamazlık, ahlaksızlık denizinde edepsizliğin kaynağıyla barışık yaşama ve dünya severlikle kendini gösteren genel evrensel durum.

Konformist müslüman da bu bolluk içinde insani ve İslâmi duyarlılığını büyük oranda yitirmiş, evler, arabalar, şehvet ve kapitalistçe yaşama kendini kaptırmış kişi. Şu halde konformist müslüman, emperyal-liberal ve seküler değerlerin standartlara uygun düşünen ve yaşayandır. Düşünürken İslâmi referansları ve ölçütleri yitirmiştir. Hem müslümandır hem kapitalist, hem dindardır hem milliyetçi.

Konformist müslüman, sorgulamayı artık bırakmış, işe aşa kapılmış, İslamî heyecanını yitirmiş ve amaçsızlık içinde çırpınan kişi.

Kanaatim odur ki uygun bir siyer ve peygamberler tarihi yazımı ile rahatımız bozulmalı. Kötülük ve nefsanilikle geçen zevkçiliğin bağrındaki manevi cehennemleri bize göstermeli, hak ve farzların içindeki manevi lezzeti de bize tattırmalı. Nitekim peygamberler de bunu yapmışlardı.

Eleştirel bilinç bizim bu konforculuğumuzu bozma şuuru verebilir. Bu bilinci kazanmamız gerekiyor. Mecburuz.

Kendi küçük dünyamızda boğulmuş gibi davranıyoruz. Dini metinleri dar ve bağlamsız işleyen dindarımız (hatta dindar yobazımız) –kimi zaman-, “Tanrının militanı” gibi davranmakta. Oysa sağlıklı bir eleştirel bilinç; kaos değildir. Belki evrenin ilk başlangıcı gibi yaratıcı bir patlama, kaostan bir kosmos çıkarma ameliyesidir.

Hasılı ilk tespitimize göre günümüz insanına özellikle peygamberler tarihi, sanki hiçbir şey veremeyecek bir şekilde yazılıp çizilmektedir. Güncel hayatta ve entellektüel hayatta bazı atıf ve meseller hariç, peygamberler tarihinin hükmü yok gibidir. Oysa böyle olmamalıydı. Modern dünyanın putlarını gören bir zihniyetle de tarih yazılmalıydı. (1)

Bizim gördüğümüz üzere peygamberler, hakperest ve özgürleştirici bir pedegojik devrim ile dönüşümü sağladılar. Bu eleştirel feraset kazandırma hamleleri ile şirk düzenindeki süregelen ilişkiler, gerilim ve çelişkiler aydınlatıldı. Bu aydınlanmadan sonra insanlar, etraflarındaki şerri tanımaya başladılar. Böylece peygamberler, halkla onların adına düşünen tağutların bağlarını kestiler. Halka, kendi kendileri üzerine düşünme imkanı sağladılar.

Halkı, zalimlerin fikirlerini tüketen zavallı yaratıklar olmaktan kurtarmaya çalıştılar.

Peygamberler, şirk düzenlerinin ehlileştirdikleri halkları uyandırdılar. Veya uyandırmaya çalıştılar. Bize göre hakikat noktasında “şirk” en büyük yabancılaştırma mekanizmasıdır. Çünkü tek Tanrının kulluklarına yeni ve kirli aracı tanrılar icad eder, ubudiyeti bozar. Tüm zulmün kökeni, nefsin kendine mükemmel Tanrı’dan soyutlayıp hevasını ilah edinmesidir. Gerçekten de tüm günahlarımızın kaynağı mutlak iyi olandan sapıp nefsi, hayvani ve şeytani güdülere kapılmamızdır. Bu da “şirk yolu” yada düpedüz “şirkin kendisi” demektir. Yani günah ya şirktir, yada şirkin çeşitli yansımaları olan nefsi tutkulardır.

Öyleyse öncelikli olarak Peygamberler, gömülü bilinçleri tekrar uyandırdılar. Elbette bu sahte ve köksüz bilinçle değildi. Bu asli bilinçle, “duruma gömülmüş” ve “sessizlik kültürü”(2) haline gelmiş vede gafletle bezenmiş bir dünya büyüsü bozulmaya çalışılmıştır. Onlar, sömürenlerin her türlü şirkvârî kültürel istilâsını kırmaya giriştiler. Kanaatime göre neredeyse tüm ezilen halkların, kendilerini kültür ve yamuk dinlerle ezdikleri görülmektedir.

Şuurun uyanmasıyla beraber peygamberler halka, kendilerini ezenleri keşfetme bilinci ile meşgullerdir. Biliyoruz ki işlevsel açıdan baskı, evcilleştiricidir.(3) Zalim yöneticiler, bir at seisi gibi halkı evcilleştirmekle görevli olduklarını iddia ederler. Sonuç ne olursa olsun, küfrün biniti olan birey ve toplum üzerinde bir onurlu mücadeleydi Rasullerin eylemi.

Şirk düzeninin gardiyanları ile mücadele etmek elbetteki bedel ister.

Bilinç, başkaldırı ile doğar. Peygamberler tarihi bir başkaldırı ve tevhid belleğidir. Dinin dinle mücadelesidir, savaşıdır. Kabil’in çocukları ile cenge tutuşmaktır.

Peygamberler uyuşturulmuş akılları, aktifleştirdiler. Bilirsiniz ki akıl “bağ” işlevi görür. “Bağlanmak” aklın işidir. Fakat aklın aktifleşmesi de nihayetinde hakka bağlanmaktır.

Onlar yani peygamberler, halkla konuşup da onlara güvenmeyenler de değillerdir. Yani kuru nasihatçiler değiller. Burada, gönül ilişkisi ve eminlik bağı da vardır.

Feraseti olmasına rağmen, boğulan bilinçle gerçekliği değiştiremeyeceğine inanmak, umutsuzluğu tüketmektir. Esasen kendilerini aşağlamak ve birşeye yaramadıklarını düşünmek, ezilenlerin temel bir özelliği. (4) Bu durumda Peygamberin misyonu; ezilenlerin özgürleşmesidir, sahte yüce gönüllük değil.

Peygamberler, vaizlerin yaptığı gibi halkı bidon gibi bilgi ile doldurmaya kalkışmadılar. Ama aktif bir iman ve bilinçle doldurdular. Bilgi’den ziyade bilinç ve şuur, farkındalık. Sağlıklı bir sorgulama yapan kişi ancak özgürdür. (5)

Peygamberler, “problem tanımlayıcı eğitim” uzmanıdırlar. En önemli problem ise taptıkları sahte tanrılardır. Sahte tanrıları red etmek, öncelikli eğitimdir. Ondan sonrası ise “hakiki Tanrı”.

Peygamberler tarihi, tüm yalancı putları ve onu yapan nefsin yıkılmasıdır.

Peygamberler, ezilenlerin bölünmüş varlığını, görüp birleştirmeye çalıştılar. Bu ise tevhid bayrağı altında ve sosyal tevhid eksenindeydi. Yani tek ve eşit bir ümmet olmaydı. Belki reel dünyanın birçok kökleşmiş sorununu (kölelik, kadın, siyaset konuları...) kültürler ve cehaletten çözemediler ama, en azından bu iradeye sahip olduklarını da biliyoruz.

Tüm bu mücadele vechinde biliyoruz ki peygamberler, tefekkür meydanında yaşadılar. Hayatlarının tümü, fikir, zikir, amel ve hikmetle geçmiştir. Bu anlamda kendilerine tabi olan dindarlardan çok daha farklı ve derin oldukları görülmektedir. Belki de peygamberler tarihi; "Düşünce bir köprü: kıldan ince, kılıçtan keskin... Kalabalıklar geçemez üzerinden." (6) sözünün de yansıması.

Peygamberler tarihi, kutsal yobazlara ve dinden geçinenlere karşı aykırı bir yaşamı anlatmaktadır. Peygamberler, “eleştirel eylemle” ümmetlerini techiz de ettiler. Bu anlamda Peygamberler tarihi, yanlış inanç üzerine doğru hayatın kurulamayacağın göstermektedir. Peygamberler tarihi, inancımıza, akıl ve fikre gusul aldırmadır. Ancak böyle bir yolla yobaz üretme fabrikasını kapatılabilirler. "Ölümün yere düşürdüğü şey sadece maske." (7)

Peygamberler, sahte sloganlarla ve popülize ile halkı beslemediler. Daha doğrusu –affedersiniz- halkı parmaklamadılar. Bu haliyle onlar; dağol, yapmacıksız, ideolojisizdirler. Onlar, halkı gerçekliğin içinde doğmaya zorladılar.

Peygamberler tarihi, tarihin sömürücüler ve zalimlerce yapıldığına karşı bir aykırı disiplindir. Peygamberler tarihi zülmü ve zalimi teşhir disiplini, dünyanın abdi zelili olan insanı ile Allah’ın abd-ı azizinin bir yansıması.

Nebevî toplum, bir uydu toplum değildir. Asli, ahlaki ve erdemlere dayalı bir toplumdur. Ezilenlerin iktidarını savunur. Hz. Îsâ’nın deyişiyle; “Sonuncular birinci olacaklar.”

Hasılı peygamberler tarihinde kendimizi de bulmak ve okumak istiyoruz. Bu anlamda “Koyunlaşmanın inanılmaz huzuru”nu bozmalı kitaplar. “Terki rahat, rahattır.” Siyerler bunun bir kanıtıdır. “Lüks hayat fantazileri” kurduğumuz bu zamanlarda konformizm bizi yıkmaktadır.

1- (Nitekim İngiliz Filozofu F. Bacon “Yedi Araç” yapıtında dört önyargı (o bunlara “put”, der) ile savaşır. 1.Kabile Putları, 2. Mağara Putları ki önyargılar, kendi iç hastalıkları, 3. Piyasa Putları: Birlikte yaşamın yani sosyalitenin oluşturduğu ön yargılar. 4. Tiyatro Putları; ise çökmelerine karşın hala da insanın bu felsefe, izim, bazı din yâda düşüncelere bağlı kalmalarıdır.)

2-Feirre, Paulo, a.g.e., S.46

3-Feirre, Paulo, a.g.e., S.70

4-Feirre, Paulo, a.g.e., S.82

5-Feirre, Paulo, a.g.e., S.102

6-Cemil Meriç, Bu Ülke,

7-Michel Foucault, Deliliğin Tarihi

Selahaddin Nasranlı / Habernas