Bir Metodik Sorgulama: İslâm tarihçisi neden doyurucu değildir, neden yazdıklarında çözümleyici değillerdir?

Hakim ideolojinin tarihçisi yada ona yakın olan, siyaset ilmini pek bilmez daha çok sistem yararını güder. Bazen gönüllü şekilde siyasal konularda onlara baston olacak verileri toplar. Sadece nasihat için veri yığar, sunar. Yani tek yönlü “itaat ahlakı” ve ona dair siyasal veri sunarak rejimlerin değirmenlerine su taşır.

Bir Metodik Sorgulama: İslâm tarihçisi neden doyurucu değildir, neden yazdıklarında çözümleyici değillerdir?

Her kast’ın bir ahlakı var. “Tarihçiler kastı” olsaydı, muhtemelen kitaplarda onların da ahlakını okuyacaktık.

Bu sorunun bana göre bazı sebepleri vardır. İlki tarihçi uğraştığı iş itibariyle daha çok ölü, ruhsuz malzeme ile uğraşır. Geçmişte yaşar. Kayıtçı ve vâkânivîstir. Otopsi yapmaktan öte malzeme bulmaya, tasnif etmeye ve telif etmeye çalışır. Bu işlem içinde daha çok malzemenin doğruluğu ile uğraşır. Malzemedeki sosyolojik ve psikolojik yönlerle ilgilenmez, ölüyle empati yapmaz. Yani konu ölü malzeme olduğundan artık diriler için yeterli hayati çıkarımlardan uzaklaşır. Düşünmekten çok veri toplamaktadır. Bu onun meslek ahlakıdır. Meslek marazı. Canlılıktan uzaklaştıran bir maraz. Eğer sosyoloji, psikoloji ve siyaset okusaydı yada böyle bir metodik kafaya sahip olsaydı (İbni Haldun gibi) daha iyi tespitlerde bulunurdu.

İnsan ile yaşadığı devlet arasında mizaç benzerliği de vardır. İnsan, devlet ve hükümdarın huyunu alır. Hep monorşi de yaşam, insanların koyunlaşmasına, güdülmeye, cumhurî fikirden uzaklaşmaya iter. Halifelik ve saltanat vazgeçilmez en yüksek değer haline gelir. Bu tarihçinin zihnini de fakirleştirir. Tek devlet, tek hükümdar, tek fikir.

Tarihçi eskiden yöneticilerin yardımlarına ve günümüzde de devlet okullarının maaşına muhtaçtır. Kendi kitabını ilk hükümdar yada valiye yazar, onlara beğendirir. Beğenirlerse bir miktar  kese altın veya gümüş. Konum itibariyle egemenler tarafında olduğundan, zihni de eleştirmekden uzak, savunma ve mazeret içindedir. Hakim sınıfın ideolojisi tutucudur, hali yüceltir. Çökmekte olan medeniyet yada devlette ise hali değil mazideki altın günleri, saadetli asırları yüceltir, gericidir. Muhalif olsaydı, hata arar, eleştirir, görünmeyen bazı bulguları da bulacaktı. Doğaldır ki muhalif tarihçinin zihni daha aktif, dertli ve tenkitçi.

Öte yandan hakim ideolojinin tarihçisi yada ona yakın olan, siyaset ilmini pek bilmez daha çok sistem yararını güder. Bazen gönüllü şekilde siyasal konularda onlara baston olacak verileri toplar. Sadece nasihat için veri yığar, sunar. Yani tek yönlü “itaat ahlakı” ve ona dair siyasal veri sunarak rejimlerin değirmenlerine su taşır. Emeviler için “İslam giysisini giydiler, doğru ama ters giyerek” der Hz Ali. Tarihçimiz İslam elbisesini görmüş, ama nasıl giyildiğine pek az dikkat etmiştir.

Tarihçimiz malzemecidir hem de dindar. İşini yaparken ne yapmalı? Bulunduğu hükümdarlık içinde bazı bilgilerin halkın kafasını karıştıracağını, üstelik pek terbiyeli olmadığını, muhaliflerin işine yardığını bilir. Bu tehlikeli ve mayınlı bilgileri en az seviyede yazmalı, yumuşatmalı veya başka bir forma sokmalı. Bu çaba ise onun zihnini tekdüze ve zayıf kılar. Doğaldır ki modern zamandaki bizim gibi okuyucu da onu yetersiz bulacaktır.

Tarihçimiz vâkânivîs olduğundan, geçmişi sadece bilgi ile aydınlatacağını sanır. Oysaki asıl aydınlatacak olan bilgiden çok, onun eleştirel kafası yani onun çok yönlü zihnidir. Bunu bilmeden yazar. Devrin anlayışı da budur zaten.

Tarihçilerin yorum fakirliğinin bir nedeni de kavram üretememe. Tarih anahtar kavramların ışığında zenginleşir. “asabiyet, saldırı-savunma, zıtlıklar, ...” gibi kavramlar üretmeliydi. Batılı tarihçi ise kavramlar üretmektedir. Diyalektik, determinizm, üretim ilişkileri...gibi.

Öte yandan sebep-sonuç eksenli ve diyalektik düşünmede zayıftır. Daha çok olanı veriyor. “Arap dikbaşlı, Yahudi kurnaz” der, orda bitirir. Ama sosyolojik bir zihni olsa, dikbaşlılığı da kurnazlığı da yaşadığı yer, mekan ve yaşantılara bağlayacaktı, ırsiyete değil.

Tarihi anlatmak değil, konuşturtmak ve içini açmasını, dökülmesini sağlamak gerek. O, sunuyor, veriyor. Sorularla açmıyor, sorun çözme alanı olarak görmüyor.

...bu ve benzeri nedenlerle İslâm tarihçimizin genelde fakir ve az kapasiteli olduğunu söyleyebiliriz. Belki de kapasitesi yüksekti ama o zamanın anlayışı gereği işinin sadece bu olduğunu sanıyordu. Ama böyle dahi olsa kusurluydu. İbni Haldunvarî tarzda, karanlıklar içinde ilmi ışık saçmalıydı. Üstelik hergün okuduğu Kur’ân belki en eleştirel ve çok yönlü kitap. Onun etkisiyle zengin yorumlar yapmalıydı. Fakat yapmadı, yapamadı. Belki akletmedi.

Son sözümüz çözüm olsun. Hiçkimse belli nebze sosyoloji, felsefe ve biraz da psikoloji bilmeden tarihçi olmamalı, yazmamalı.

Selahaddin Nasranlı / Habernas