Yıldönümünde Mavi Marmara'da gelinen süreç

Siyonist işgal rejiminin uluslararası sularda Gazze Özgürlük Filosu'na düzenlediği saldırının üzerinden 9 yıl geçti. Dava avukatları gelinen süreci değerlendirdi.

10 insani yardım gönüllüsünün şehid olduğu, onlarcasının yaralandığı, alıkonulduğu, işkence gördüğü, gasp edildiği Mavi Marmara saldırısı 31 Mayıs 2010'da dünyanın gözleri önünde gerçekleşti.

Aradan geçen zamana rağmen Mavi Marmara dünya gündeminden hiç düşmediği gibi mağdurların yürüttüğü hukuki mücadele, önümüzdeki dönemde de gündemde kalacağını gösterdi.

70 yıldır hakları, toprakları, vatanları, canları, malları gasp edilen Filistinliler, siyonist zulmü altında çok zor şartlarda yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyor. Yapılan anlaşmalara rağmen Filistin'e, Gazze'ye uygulanan abluka ve ambargo her geçen gün ağırlaşmaktadır.

Dokuzuncu yılında Mavi Marmara bize bir kez daha ezilen Filistin halkının davasını, Kudüs'ün mahzun konumunu ve hepsinden önemlisi Ortadoğu'daki siyonist işgalin çirkinliğini daha gür bir sesle haykırıyor.

Mavi Marmara bir yardım misyonu idi, sivildi, evrenseldi, meşru idi, Filistin halkının yanında işgalcinin karşısında idi, Kudüs'ün kurtuluşuna giden kutlu yürüyüşte bir basamak idi ve hepsinden önemlisi bir şahitti.

Katliamdan bu yana geçen bazı olumlu gelişmelere rağmen, şehid olmuş 10 Müslümanın katilleri hâlâ serbest.

Katliamın yıldönümünde İLKHA'ya konuşan Mavi Marmara Davası avukatlarından Cihat Gökdemir ile Uğur Yıldırım, Türkiye ile siyonist rejim arasında imzalanan gizli anlaşmanın diğer davalara da örneklik teşkil ettiği gerekçesiyle birçok sorunu beraberinde getirdiğine dikkat çekti.

Filistin'in en önemli bir parçası olan Gazze'nin, uzun bir süredir işgal altında tutulduğunu, 3 milyon insanın tamamen siyonistlerin insiyatifi doğrultusunda sağlık, eğitim, barınma, giyinme, gıda ihtiyaçlarını siyonistlerin izin verdiği takdirde karşılayabildiğini söyleyen Avukat Gökdemir, dünya kamuoyunun dikkatini çekmek, oradaki ablukayı kaldırmak için yola çıktıklarını belirtti.

Kendisinin de gemide olduğunu belirten Gökdemir, gemide 30 küsur ülkeden farklı STK, gazeteci, yazar, milletvekili, sporcu ve farklı meslek erbabından insanların bulunduğunu aktardı.

"Yardım filosunun sembolik anlamdaki büyüklüğü onları rahatsız ediyordu"

Gökdemir, "Siyonistlere yakın karasulara, yani işgal edilmiş Filistin topraklarına yaklaşmıştık. Akdeniz'in ortasında siyonistlerin sahillerini görebilecek durumda değildik. 150 ile 170 mil açıklardaydık. Yani Akdeniz'in ortasında uluslararası sularda ilerliyorduk. Siyonistlerin hak iddia ettiği karasuların daha çok açıklarındaydık. Fakat siyonistler Gazze ablukası meselesinin dünya gündemine oturmasından rahatsız olmuştu. Çünkü orada gerçekleştirdikleri haksızlık ve hukuksuzlukların bilinmesini istemiyorlardı.  Oysa biz çok büyük bir çapta bir şey yapmıyorduk. Buraya çok büyük çapta bir yardım da götüremiyorduk. Yardım filosunun sembolik anlamdaki büyüklüğü onları rahatsız ediyordu. 31 Mayıs gecesi gemilere saldırı düzenlendi. Diğer gemilerde çok yolcu yoktu. Daha çok inşaat malzemeleri, sağlık malzemeleri, çocuk oyun parkları gibi malzemeler vardı. Sonra hepimizi hapsettiler." dedi.

"Davanın açıldığı dönem FETÖ'nün adalet mekanizmaları içerisinde en etkin olduğu dönemdi"

Dünya kamuoyundan gelen tepkiler üzerine siyonistlerin geri adım atmak zorunda kaldıklarını ve gözaltına aldıkları yolcuları 3 gün civarında tuttuktan sonra serbest bıraktıklarını ifade eden Gökdemir, "Türkiye'nin göndermiş olduğu uçaklarla yabancılar da dâhil 3 Haziran'da İstanbul'a geri döndük. Gemide şehit olan 10 arkadaşımız vardı. 58'den fazla yaralımız ve yolcuların sağlık kontrolünden geçirilmesi gerekiyordu. İlk 2 hafta bu sağlık kontrolleriyle geçti. Sağlık kontrolleri devam ederken hukuk mücadelesine girmeye başladık. Türkiye'ye gelmiş yabancıların biran önce savcılıklarda ifadelerinin alınması gerekiyordu. Tabi 2010'un haziran ayından bahsediyoruz. Türkiye'de FETÖ'nün adalet mekanizmaları içerisinde en etkin olduğu dönemlerdi. İstanbul Başsavcı Vekili Zekeriya Öz vardı. Tüm Türkiye Mavi Marmara'nın arkasında dururken o ekibin nasıl Mavi Marmara'nın karşısında durduğu sonradan ortaya çıktı. Siyonistlerle neden bu kadar sıkı bağlantılar içinde oldukları ve Mavi Marmara'ya ilk günden nasıl karşı çıktıklarını düşünüldüğünde hukuk mücadelesinin de ne kadar zor olduğu anlaşılıyor." diye konuştu.

"Türkiye'nin 3 siyasi büyüğü bu davanın Türkiye'nin şerefi olduğunu ve davanın arkasında olduklarını iddia ediyorlardı"

Gökdemir, "Gemi İstanbul'dan yola çıktığı için dava İstanbul savcıları tarafından yürütülüyordu. İfadeler İstanbul'da alınıyordu. Zekeriya Öz ve ekibi ifadesi alınmak üzere Mavi Marmara yolcularını İstanbul'daki bir müracaat savcısına vermişlerdi. Avukatlar ve hukukçuların bildiği üzere müracaat savcısı, bulunduğu şehirde adam yaralama, kız kaçırma, trafik kazası, kavga gibi adi vakalara bakan kişidir. İstanbul gibi bir yerde her gün sayısızca olay oluyor. Mavi Marmara davasını işi başından aşkın olan bir savcının eline verdiler. Allah'tan savcı iyi niyetli biriydi. Adalet diplomasisi dilinde, 'Bu dava çok önemli değil ama ilgilenin' demekti. Türkiye'nin o zamanki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dönemin İçişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dönemim Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan 'Bu dava Türkiye için bir şeref meselesidir.' İfadelerini kullanmışlardı. Türkiye'nin dışa dönük 3 siyasi büyüğü bu davanın Türkiye'nin şerefi olduğunu ve bu davanın arkasında olduklarını iddia ediyorlardı. Ama baktığınızda adalet mekanizması içerisinde İstanbul'daki savcılar bu davanın soruşturmasını bir müracaat savcısına layık görüyorlar." dedi.

"7'nci Ağır Ceza Mahkemesi dünyada ses getiren bir karar verdi"

Mavi Marmara Davasının, FETÖ'cü başsavcılar ve başsavcı vekillerinin gözetiminde garip bir şekilde başladığını, uzun bir soruşturma ve araştırma sürecinin yürütüldüğünü hatırlatan Gökdemir, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:

"2013 yılının Nisan ayında soruşturmanın davaya dönüştürülmesine karar verildi. Dava bazı askerlere ve 4 siyonist komutana karşı açıldı. Çünkü Mavi Marmara gemisine saldıran siyonistlerin birçoğunun kimliği tespit edilememişti. O yüzden medyaya çıkıp 'Bu saldırıyı biz gerçekleştirdik' diyen komutanlara dava açıldı. Dava İstanbul 7'nci ağır ceza mahkemesine düştü.  7'inci ağır ceza mahkemesinin o zaman ki reisi Ümit Kaptan'ı da rahmetle yâd ediyorum. Kendisi sonradan vefat etti. Bu davanın üzerinde çok çalıştı ve ciddi anlamda duruşmaları dosyalara vakıf bir şekilde yürüttü.  Mahkeme dünyada ses getiren bir karar verdi. İsrailli komutanların kırmızı bültenle aranması kararını çıkarttı. Bu, Siyonistlere karşı alınan çok önemli bir karardı.

Davanın Türkiye'de açılmış olması önemli bir gelişmeydi. Ama biz her zaman hukuktan ziyade siyasete ve diplomasiye takıldık. Amerika ve siyonistler gibi diplomaside etkin olduğunu düşündükleri ve onlara karşı dururlarsa Türkiye'yi ileri götüremeyeceklerini düşünen korkak bir diplomatik kadroyla karşı karşıyayız. O yüzden bu kadro siyaseti de etkiliyor. Siyasilerin cesurca girişimlerinin birçoğunun önünde ket vuruyorlar. Kırmızı bülten kararı alındığında o zaman Dışişleri Bakanlığında Ahmet Davutoğlu vardı. Biz orda Ahmet Davutoğlu beyin etrafındaki korkak diplomatların nasıl kırmızı bülten kararını Sümenaltı ettiklerini net bir şekilde gördük."

"Kudüs'ün düştüğü günün yıl dönümünde davamızın düşürülmesine karar verildi"

FETÖ'nün adalet bürokrasisinin davaya engel olmaya çalıştığını ama diplomatik alanda verilen mücadelenin her zaman dikkat çekici olduğunu vurgulayan Gökdemir, "Diplomatların ketumluğundan dolayı da orada bize karşı verilmiş mücadeleden çok sonra haberdar olduk. Kırmızı bülten kararı çıktıktan sonra Türkiye bunun hem tercüme edip İnterpol'e göndermesi noktasında çok yavaş hareket ettiler. Kararı İnterpol'e göndermeyen diplomatlarla ilgili suç duyurusunda bulunduk ama maalesef adalet mekanizması bu hususla ilgili herhangi bir işlem yapmadı. Türkiye'de soruşturma sonucunda açılan dava uzun süre devam etti. Kudüs'ün düştüğü günün yıl dönümünde maalesef bizim davamızın da düşürülmesine karar verildi. Dava düşebilir, hukuki olarak eksiklikler olabilir veya bizim gördüğümüzü mahkeme farklı bir şekilde değerlendirmiş olabilir. Bunların her birini anlarız ama davanın düştüğünde bizi asıl üzen şey mahkeme savcısının çıkıp siyonistlerin egemenlik hakkından bahsetmiş olması ve Türkiye'de yargılama yapılamayacağından söz etmiş olmasıydı."

"Anlaşma maddeleri Türkiye lehine değildi"

"Savcı, 'Siyonistler Türkiye'de yargılanamaz' diyenlerin haklı çıktıklarını mahkemede yüzümüze vura vura söyledi" diyerek açıklamalarına devam eden Gökdemir, "Biz bu davanın peşini bırakmadık. Bu dava ile ilgili dosyayı temyiz ettik. Şu anda yüksek mahkemede ancak gerekçeleri olmadığını da biliyoruz. Mahkemenin belirttiği gibi davanın düşmesi gereken hukuki gerekçeler değil siyonistlerle Türkiye arasında yapılan anlaşmaydı. Biz bu anlaşmanın da maddelerinin Türkiye'nin lehine olmadığını Türkiye'de ve siyonistlerde bazı diplomatlar bir araya gelerek özellikle Türkiye'deki devlete ve siyasetçilerine bir gol attıklarını o zamandan şimdiye kadar söylemeye devam ediyoruz. 14 maddelik bir itiraz açıklamamız olmuştu. O dönemde alındığı iddia edilen tazminatlar söz konusuydu. Açıklamada bunun bir tazminat olduğu bile açıkça yazılmamıştı. Bir bağış tarzındaydı. Sadece Mavi Marmara'da şehid olan 10 arkadaşımızın ailelerine yapılan bir bağıştı. Oysa o gemide mağdur olmuş gazeteciler, gemiciler, geminin farklı bölümlerinde çalışan işçiler vardı. Bu işçiler uluslararası sulara açılan firmalar tarafından işçi olarak bile kabul edilmediler. İşsiz kalıp mağdur oldular. Ağır yaralı olan birçok kişi vardı. Bunlarla ilgili herhangi bir tazminat söz konusu olmadı. Şehid aileleri başta olmak üzere Mavi Marmara mağdurları defalarca kamuoyuna 'Bizim amacımız siyonistlerden bir tazminat almak değil' dediler. Bu yolda şehid olanlar bu yola çıktıklarında siyonistlerden para almak için çıkmadılar. Gazze'deki insanların mağduriyetlerinin ortadan kaldırılması için çıktılar. Bu yüzden 'Gazze ablukası genişletilmediği müddetçe, Siyonistlerin bize vereceği hiçbir tazminatı kabul etmiyoruz' diye defalarca bunu kamuoyuna deklare ettiler." diye konuştu.

Gökdemir, "Gemideki şehid aileleri ve mağdurlar adına birileri kendilerini yetkili görmüş olmalılar ki, siyonistlerle pazarlık masasına oturdular. Biz baştan beri hem siyasetçilerimiz ve hem de diplomatlarımıza 'Siyonistlerle bu ülkenin menfaatleri gereği masaya oturabilirsiniz ama lütfen pazarlık masasında hukuk davalarını pazarlık unsuru yapmayın, Siyonistlere karşı verdiğimiz hukuk mücadelesinde lütfen elimizi kolumuzu bağlamayın' dedik." şeklinde konuştu.

"Siyonistler Cenevre'deki BM İnsan Hakları Komisyonu Genel Kurulunda suçlu bulundu"

Devam eden hukuk sürecine karşı Siyonistler kendilerini teminat altına almaya çalıştığını belirten Gökdemir, şunları aktardı:

"Siyonistlerin Mavi Marmara davasında en çok korktuğu şey hukuk davasıdır. Bizimkiler maalesef hem siyaseten hem de diplomatik olarak bu fırsatı iyi değerlendiremediler. Hem davayı düşürmüş olarak hem de bu konuda tavizler vererek bu işten sıyrılmış oldular. Böyle bir saldırının karşılığı çok daha yüksek tazminatlardır. Buradan Siyonistlerin canının iyi bir şekilde yanması gerekiyordu. Siyonistler çok küçük bir bedelle (20 milyon dolar) bu işten kurtulmuş oldu. BM komisyonunun açmış olduğu bir dava vardı. Bu soruşturma kapsamında hem israilde hem Türkiye'de gemi yolcularının bulunduğu farklı ülkelerde bu komisyon gidip soruşturmalar yaptı. Türkiye'de kamp kurdular. Yolcuların tamamıyla olayı bizzat dinleyip not aldılar. Gemiyi incelediler. Siyonistlerin gemide hangi silahları kullandığı, nerelere ateş ettiği, gemideki bütün izler onlar tarafından incelenerek notlar alındı. Komisyonun tüm görüşmeleri sonucunda Birleşmiş Milletlere sunmak üzere bir rapor hazırladı. Bu rapor Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun hazırlamış olduğu en ciddi raporlardan bir tanesiydi. Bu raporda siyonistlerin işlediği suçlar madde madde yazılmıştı. Siyonistlerin taammüden adam öldürdüğü, gemide hırsızlık yaptığı, insanlara zulmettiği, kötü muamelede bulunduğu gibi bunların tamamı maddeler halinde yazılmıştı. Cenevre'deki BM İnsan Hakları Komisyonunun Genel Kurulundaki tüm ülkelerinde olduğu toplantıda siyonistler suçlu bulundu. 3 veya 4 ülkenin temsilcileri dışında diğer tüm ülkeler bu raporu kabul ettiler. Bu rapor New York'taki BM Genel Kuruluna gidecekti. Genel Kurulda da kabul görüldükten sonra siyonistlere şimdiye kadar dünyada uygulanmamış en büyük yaptırım uygulanmış olacaktı."

"Siyasiler Palmer Panelini kabul etmemelerine rağmen diplomatlar anlaşmayı imzaladı"

Gökdemir, "Maalesef hemen siyasiler devreye girdiler. Adını da verdiğimiz bazı diplomatlar Türkiye'ye çok büyük bir gol attılar. Tamamen siyasi maksatla kurulmuş Palmer adındaki bir panelin kurulmasına razı oldular. Bu panel Palmer adında eski bir diplomatın kurmuş olduğu bir paneldir. Türkiye'nin ve siyonistlerin diplomatlarının bir araya geldiği çalışmaydı. Palmer paneli kurulduktan sonra Türkiye'nin Mavi Marmara davasını savunsun diye gönderdiği diplomatlar, Mavi Marmara'nın avukatları olan bizlerle hiç irtibat kurmadılar. Bizden hiç bilgi belge almadan siz o masada neleri konuştunuz? Bunu üzerine biz, Sayın Cumhurbaşkanımızın yanına gidip durumu ilettik. Palmer devam ediyor ve maalesef bizimle hiçbir şekilden irtibatta değiller. Bunu üzerine Palmer Paneline giden diplomat haberdar edildi. Bizimle yarım saatlik konuşma yaptılar. Ama yine ne bilgi ne belge hiçbir şey alınmadan o panele gidildi. Panelde, Türkiye'yi suçlu bulan bir karar da çıktı. Bunun üzerine bu Palmer Panelinin sonuç bildirgesini Türkiye'nin kabul etmediğini zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, zamanın Başbakanı olan Sayın Recep Tayip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı da Palmer Panelinin kararını kabul etmediğini ifade ettiler. Bizim öğrendiğimize göre bunların karşı çıkmasına rağmen Palmer Panelini bazı diplomatlarımız imza altına almıştır. Türkiye'nin Başbakanını, Cumhurbaşkanını ve Dışişleri Başkanını ve bütün kamuoyunu yanıltan bu diplomatlara herhangi bir yaptırım uygulandı mı? Hala o diplomatların bir kısmı Türkiye diplomasisinde görev almaya devam ediyor. Bu da Türkiye'nin bir zaafıdır." ifadelerini kullandı.

"UCM başsavcısı siyonistlerin suçlu olduğunu kabul etti"

Hollandanın Lahey kentinde olan Uluslararası Ceza Mahkemesinde devam eden dava ile ilgili de konuşan Gökdemir, "Uluslararası hukuk mekanizmalarında haklarımızı arayabileceğimiz farklı seçeneklerimiz vardı. Biz de UCM'yi tercih ettik. Çünkü yaşamış olduğumuz mağduriyet UCM'nin yargılama yetkisine girdiğine tam olarak inandığımız bir mağduriyetti. Bunun üzerine çalışmalara başlandı ve dosyalar oluşturuldu. Dosyalarla birlikte gidip başvurumuzu yaptık. Bizim gemimizin Komor Adaları bayrağı vardı. Bir gemi hangi bayrağı taşıyorsa o ülkenin bir toprağı sayılır. Komor Adalarının bize verdiği vekâletname karşılığında hem Komor Adalarını temsilen hem de gemideki mağdurları temsilen UCM'ye başvurduk. Soruşturma yapılıp yapılmayacağına dair önce başsavcının bir karar vermesi lazım. Başvurumuzu incelenmesi sonucunda UCM başsavcısı siyonistlerin bu gemide tamamen insani amaçla ve silahsız olarak Gazze'ye yardım götüren insanlara bilerek kastettiğini kabul etti. Burada işlemiş olduğu diğer suçlarının tamamını kabul etti. Ancak bir meseleden dolayı soruşturmayı açamayacağına karar verdi. UCM ağır suçlara baktığı için 'Bu çok ağır bir suç değil sadece 10 kişi ölmüş bu yüzden biz bu davaya bakamayız. ' dediler. Biz bunun üzerine bu karara itiraz ettik. Suçun ağırlığını da ispat ettik ve dosyayı tekrar gözden geçirmeleri için iade ettik. Daha sonra soruşturmayı sabote etmeye yönelik çaba serf ettiler." diye belirtti.

"Keşke siyasi önderlerimiz israil ile yapılan bu anlaşmanın bu gizli maddelerini kamuoyuyla paylaşmış olsalardı"

Gökdemir, UCM'deki sürecin devamını şöyle anlattı: "2019 yılının Mart ayında UCM bir usul mahkemesi oluşturdu. Lahey'de kurulan bu mahkeme de hem savcılığın vermiş olduğu karara ilişkin savunmalarını dinlemek hem de avukatların bu konu ile ilgili itirazlarını dinlemek üzere bir duruşma yaptı. Biz de o duruşmada bulunduk. Savcının soruşturmayı açmamak için elinde herhangi bir delilinin olmadığını gördük. Sabah 09.00'da başlayıp akşam 18.00'da biten bu duruşmada çok net şekilde savcı makamına 'Eğer Mavi Marmara davası bu mahkemede bile açılmayacaksa bu durumda bizim kurulma amacımız nedir?' şeklinde bir sorgulama üslubu kullandılar. Biz de savcının vermiş olduğu karara yönelik itirazlarımızı sunduk. Savcılığa 2 Eylül 2019 yılına kadar süre verildi. Yeni bir duruşmayla nihai karar açıklanmış olacak. Savcı hukuki gerekçelerini açıklamakla birlikte soruşturmayı başlatmak istemiyorum da diyebilir. Veya Mavi Marmara mağdurlarının itirazlarını dinledim, onları haklı buluyorum ve soruşturmayı başlatıyorum, diyebilir. Türkiye maalesef siyonistlerle yapmış olduğu anlaşma metnini savcılığa bizim karşımıza 'Türkiye ile israil anlaşmışlar, tazminat da ödenmiş denilerek bu davanın tekrar görülmesinin bir amacının olmadığı' ifade edildi. Kamuoyuna açıklanan anlaşma 5 madde ve tek sayfaydı. Oraya israilli bir STK'nın sunmuş olduğu ikinci bir sayfayla aslında Mavi Marmara anlaşmasının gizli maddelerinin olmuş olduğunu gördük. Keşke siyasi önderlerimiz israil ile yapılan bu anlaşmanın bu gizli maddelerini kamuoyuyla paylaşmış olsalardı. Biz bunu siyonistlerin uluslararası bir sivil toplum örgütünden öğrenmemiş olsaydık. O maddeler maalesef fecaat ve dehşet vericiydi. Bu maddelerin her biri UCM'de önümüze konuldu."

Uğur Yıldırım: Dünyanın dört yanında tüm hukuki mücadele çalışmalarını yürüttük

Dava avukatlarından Uğur Yıldırım da 31 Mayıs 2010 tarihinde Mavi Marmara gemisi saldırıya uğradığı andan itibaren hukuki olarak çalışmalara başladıklarını söyledi.

Türkiye'deki ana davanın iki yıl sonra başladığını ve 26 Mayıs 2012 tarihinde kabul edildiğini, aynı sene kasım ayında ilk görüşmelerini gerçekleştirdiklerini hatırlatan Yıldırım, iki yıllık sürecin ise beklendiği gibi geçmediğini ifade etti.

Yıldırım, açıklamalarını şu şekilde sürdürdü; "Yine hukuki mücadele anlamında dünyanın dört yanında israilin hukuksuz tavrına karşı yapılabilecek tüm hukuki mücadele çalışmalarını yürüttük. Mavi Marmara gemisi 36 ülkeden birçok STK ve kanaat önderinin katıldığı bir organizasyondu. Organizasyonun hukuk ayağında yine çok farklı ülkeden avukatlar ile hem Türkiye'de hem de kendi ülkelerinde temaslarda bulunduk. Ana dava ve mağdurların Türkiye'de olması, delillerin çoğunun burada olması sebebiyle asıl dava Türkiye'de görüldü. Güney Afrika'da, İspanya'da, Yunanistan'da, Amerika'da, İngiltere'de, Almanya'da ve daha birçok ülkede Mavi Marmara katılımcılarının olması sebebiyle onların hakları için suç duyurularında bulunduk. Hem ceza davaları hem de mağdurlar tarafından tazminat davaları açıldı. Tazminat davaları parasal karşılığının ötesinde yine israilin hukuken haksız olduğunu tescili anlamında değerlendirildi. Uluslararası Ceza Mahkemesine (UCM) Mavi Marmara davası ile ilgili girişimlerde bulunulduk. Mağdurlar adına UCM savcısı tarafından re'sen yapılabilecek bir kovuşturmaya sebebiyet verebilecek şekilde bir hazırlık yapıldı. UCM niteliği gereği devletlerin başvuru yapabileceği bir süreç. Mavi Marmara gemisinin bayrak devleti olan Komor devlet adına UCM de bir dava süreci başlatıldı."

"Saldırı sonrasında Facebook'ta Yahudilerin paylaşımlarını tesbit edip savcılığa sunduğumuzda hesaplarını kapattılar"

Yapılan saldırı sonrasında Yahudilerin sosyal medyada Türkiye vatandaşlarına hakaretlerde bulunduğunu hatırlatan Yıldırım, "Mavi Marmara davasının başından beri bu davanın içerisinde olan bir avukat olarak hep söylediğimiz bir şey vardı. Burada önemli olan bu davanın israilin hoyratça, insan haklarını, evrensel hukuku hiçe sayarak çok rahat bir şekilde insan öldürmesinin önünde bir bariyer olmasıydı. Saldırı sonrasında Facebook'ta Yahudilerin paylaşımlarını tesbit edip savcılığa sunduğumuzda hesaplarını kapattılar. Bu kadar hoyratça konuşamadılar. Kendilerinin deşifre olmasından korktular. Çünkü dünyanın herhangi bir yerinde bu suçtan yargılanabileceklerini biliyorlardı. Hukuk eksik ve topal olsa da bu yargılanabilirlik insanların üzerinde büyük bir etkisi vardı. Biz de bunu istiyorduk. İsrailli komutanların ya da bunların emirlerini uygulayan askerlerin bundan sonra herhangi bir sivile silah sıkarken, müdahale ederken aklının bir köşesinde 'Yarın bir gün bunların hesabını vermek zorunda kalırım' diye bir hissiyatla yaşamasını istiyorduk." dedi.

"Türkiye'de, 'israilin yargılanamayacağı' hukuka aykırı bir kararla mahkememiz düşürüldü"

Yıldırım, "Dünyanın dört bir yanında bu dava devam ediyor ama Türkiye açısından, 'israilin yargılanamayacağı' konusunda hukuka aykırı bir kararla mahkememiz düşürüldü. Bu yanlıştan dönüleceğine inanıyorum. Bu mahkeme kararının hukuken geçerli olmadığını düşünüyorum. Evrensel hukuk kurallarına göre hak arama devletler tarafından engellenemez. Şehit Furkan Doğan'ın kanının hesabını ailesi, yakınları ve onu sevenlerin açtığı kamu davası görebilir. Herhangi bir devletin diplomatik ilişkisi Furkan Doğan'ın kanını yerde bırakamaz. Cumhurbaşkanımızın tespitleri de bu yöndeydi ama maalesef geldiğimiz nokta bu. Hâlihazırda dünyanın dört bir tarafından davalarımız devam ediyor. Gerek tazminat anlamında kazandığımız davalar, gerek cezai anlamda yapılan tahkikatlar ve ilgili komutanlar hakkında çıkartılmış kanunlar var." şeklinde konuştu.

"Yapılan sözleşmede gizli maddeler ortaya çıktı"

Mavi Marmara davasının düşürülmesi siyasi bir karar olduğunu belirten Yıldırım,  Türkiyenin içerisinde bulunduğu coğrafik sorunlar, Suriye meselesi, doğalgaz meselesi gibi farklı sebeplerle davanın düştüğünü söyledi.

Yıldırım, "Zalime karşı zulmünü haykırmanın en büyük cihad olduğunu savunan bir inancın mensubu olarak adaletin her zaman ve herkes için en temel unsur olduğunu düşünüyorum. Devletlerin bu konudaki yaklaşımları bir hukukçu olarak beni ilgilendirmiyor ve kabul edilir de bulmuyorum. Mavi Marmara gemisinde 36 ayrı ülkeden insanlık için yola çıkmış insanların hiç birisi israilin vereceği tekbir kuruşla ilgilenmiyor. Uğruna yola çıktıkları şey Gazze'deki ablukanın kaldırılmasıydı. Kaldı ki, yapılan sözleşmede gizli maddeler ortaya çıktı. Gazze'de elektrik santralinin kurulması, temiz su içme ünitelerinin yapılması, insani koridorun açılması ve insani yardımın bölgeye rahat ulaşması gibi birçok anlaşma var. Ama gelinen noktada Ramazan ayında bombalanan bir Gazze, ablukanın tüm şiddetiyle devam ettiği, insanların ilaç ve en temel ihtiyaç maddelerine ulaşamadıkları bir Gazze'yi yaşamaya devam ediyoruz." ifadelerini kullandı.

"Yapılan sözleşmeler fesh edilmelidir"

İnsanların yargılama hakkının herhangi bir devlet adına ortadan kaldırılması hukuken söz konusu olamayacağını dile getiren Yıldırım, her ne sebeple olursa olsun siyonist rejimin, bu sözlerin hiçbirisini tutmadığını vurguladı.

Yıldırım, "Siyasi olarak baktığımızda bugün Türkiye'nin israil ile yaptığı anlaşmanın devam etmesi için hiçbir anlaşma kalmamıştır. Ne insani durum iyiye gitmiştir, ne deTürkiye'nin Gazze ile ilgili çabaları semere almıştır. O yüzden sözleşmelerin feshedilmesi gerekmektedir." dedi.

Hiçbir şehit yakını ve Mavi Marmara yolcusu haklı davasından geri çekilmedi"

Yıldırım, "Şehit yakınlarımızın hiçbirisi davasını geri çekmedi. Şehit yakınlarımızdan hiçbiri tek bir kuruşa şehitlerin kanının değişmeyeceğini belirtmek isterim. Devletler kendi aralarında anlaştılar, ortaya bir tazminat miktarı koydular. Bu tazminat şehitlerin yakınları için oldu. Hukukta haksız olarak ortaya çıkan fiilin zararının karşılanması haksızlık yapanlara yöneliktir. Örneğin tarfik kazasıyla birisinin ölümüne sebebiyet veren bir sürücü ölümüne sebep olduğu kişinin ailesine tazminat ödemek zorunda olduğu gibi, aynı zamanda yaptığı eylemin cezasını da çeker. Hukuki tazminat ödemesi herhangi bir şekilde cezayı ortadan kaldırmaz. Cezayı yatmış olması teazminat ödemeyeceği anlamına gelmez. Her ikisi de haksız tarafa yüklenen bir sorumluluktur. Bu manada israilin sadece şehit aielleri için geçerli olan tazminatı ödemesi, cezayı ortadan kaldırmaz. Hiçbir şehit yakını ve Mavi Marmara yolcusu da bugün haklı davasından geri çekilmiş değildir. "dedi.

İLKHA