HÜDA PAR, Bakan Selçuk'un 'anadilde eğitim' yaklaşımına tepki gösterdi

Bakan Selçuk'un "anadilde eğitim" yanıtını eleştiren HÜDA PAR Sözcüsü Şehzade Demir, bu tür insani temel hak ve özgürlüklere dair yasakların "dogma" haline getirilmesinin kardeşlik ve huzurun sağlanmasına katkı sağlamayacağına vurgu yaptı.

HÜDA PAR, Bakan Selçuk'un 'anadilde eğitim' yaklaşımına tepki gösterdi

HÜDA PAR Genel Sekreteri Şehzade Demir, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un, Siirt Milletvekili Sıddık Taş'ın soru önergesine yanıt olarak "Türkçe'den başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez." yanıtını değerlendirdi.

Demir; enflasyon, Türkiye'nin korkunç uyuşturucu tablosu, Danıştay'ın TSK'da başörtüsü kararı, işten çıkarmalarda keyfilik ve Güvenlik Soruşturması Yasası gibi iç gündemin öne çıkan konularını değerlendirdi.

​Milli Eğitim Bakanının anadilde eğitim açıklaması

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un, Anayasa'nın 42'nci Maddesi'ne atıfta bulunarak 'Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.' ifadesini değerlendiren Demir, "Evrensel hukuk ilkeleri ile insani temel hak ve özgürlükler hususunda mevcut olan ihlal ve ihmallerin temel dayanağının askeri cunta tarafından hazırlanan 1982 Darbe Anayasa'sı olduğu aşikârdır. Sayın Bakanın açıklaması da göstermiştir ki; mevcut anayasa, yok sayma ve ötekileştirme temeli üzerine inşa edilmiştir. Evrensel hukuk ilkelerinin, eğitimde fırsat eşitliğinin, eşit vatandaşlık ilkesinin ve adaletin yok sayılması anlamına gelen anadilde eğitim yasağı, Türkiye'nin çözmesi gereken temel sorunlardan biridir. Bu tür insani temel hak ve özgürlüklere dair yasakların 'dogma' haline getirilmesi, kardeşlik ve huzurun sağlanmasına asla müsaade etmeyecektir. Türkiye, bu kısır döngüden bir an önce kurtarılmalı, İslam medeniyetinin birliktelik ve kardeşlik değerlerini ikame etmelidir." dedi.

"Enflasyon endişelendiriyor!"

Son 7 aydır, aralıksız bir şekilde süren enflasyon artışına dikkat çeken Demir, "Mart ayı tüketici enflasyonu yüzde 16,19; üretici enflasyonu ise yüzde 31,2 oldu. Asıl endişe veren husus üretici enflasyonunun bu kadar yüksek seyretmesidir. Zira hayat pahalılığının temelinde; üretim maliyetinin çok yüksek olması yatmaktadır. Hükümetin ve ekonomi bürokrasisinin tek haneli enflasyon vurgularının sadece sözde kalması, piyasadaki güvensizliği artırmaktadır. Ekonominin daha fazla zarar görmeden istikrara kavuşması ve temel ekonomik göstergelerin düzelmesi için çok daha seri ve somut düzenlemeler yapılmalıdır. Sadece mart ayında üretim maliyetlerindeki artış yüzde 4,13'e ulaştı. Üretim sektörünün bu artışlarla baş edebilmesi mümkün değildir. Fiyat istikrarının sağlanabilmesi için ekonomi yönetiminin üretime ve maliyetlerin düşürülmesi boyutuna odaklanması gerekir. Öte taraftan Ramazan ayında artan gıda talebinin karşılanması, arzdan kaynaklanacak sorunların çözümü ve haksız kazançların önüne geçmek için de gerekli tedbirler alınmalı, vatandaşların mağdur olması önlenmelidir." ifadelerine yer verdi.

Türkiye'nin korkunç uyuşturucu tablosu

Gün geçtikçe uyuşturucu madde ile tanışan birey sayısının artmakta olduğuna ve önlemlerin bu bağlamda yetersiz kaldığına işaret eden Demir, "Uyuşturucu madde kullanım oranları küresel bazda düşüşe geçerken, Türkiye'de artmaktadır. Uyuşturucu madde bağımlılığını artıran sebepler arasında; aile kurumunun zayıflatılarak çocukları kontrol edecek yapıdan uzaklaşması, gençlerin manevi değerlerden uzak bir şekilde yetiştirilmesi, sosyal medyada yaygınlaşan kötü arkadaşlık ortamları, polisiye tedbirlerin uyuşturucu baronlarından ziyade sokaktaki çetelere yönelik olması gibi hususlar sıralanabilir.

Özendirilen sınırsız özgürlük anlayışı ile aile ortamı dışında yaşama kültürünün teşvik edilmesi, yeni nesil üzerindeki kontrolü her geçen gün zayıflatmaktadır. Son zamanlarda aile kurumunun aldığı yara herkesin malumudur. Artan aile içi şiddet ve geçimsizliğin yanı sıra yaygınlaşan boşanmaların çocuklar üzerinde sebep olduğu psikolojik travmalar ağır tahribatlar oluşturmaktadır. Sorumluluk ve aile kurma bilincinden uzak, geleceğimizi teslim etmede tereddüt yaşayacağımız nesillerin yetişmesi büyük bir tehlike olarak önümüzde durmaktadır. Kötü alışkanlıklar ve madde bağımlılığı ile mücadele ederken polisiye tedbirler ile birlikte bu saiklerin ağır tesiri de hesaba katılmalıdır." dedi.

Danıştay'ın TSK'da başörtüsü kararı

Danıştay'ın TSK'da başörtüsü kararını değerlendiren Demir, "Millî Savunma Bakanlığı tarafından 2017 yılında 'Türk Silahlı Kuvvetleri Kıyafet Yönetmeliğinde' yapılan bir değişiklik ile TSK'da görevli kadın personelin başörtüsü takmasının önündeki engeller kaldırıldı. Statükonun ve oligarşik vesayetin devamından yana olan kesimlerce, TSK personeline başörtüsü serbestisi getiren düzenlemeye karşı açılan dava Danıştay 2'nci Dairesi tarafından ret edildi. Kararın gerekçesinde Türkiye'de başörtüsünün, tarihi, dini ve kültürel boyutlarına işaret edilerek kamu yararına ve hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edildi.

Yüksek mahkemelerin bu ve buna benzer kararlarını temel insan hakları ve özgürlükler anlamında atılmış önemli adımlar olarak görüyoruz. Ancak açılan bu dava, her ne kadar haklı ve hukuki gerekçeler ile ret edilmiş ise de ülkemizde var olan başörtüsü sorunu ile diğer temel hak ve özgürlükler, anayasal güvenceye kavuşturulmadığı müddetçe benzer sorun ve tartışmaların devam edeceği görülmektedir. Hali hazırda çeşitli kurum ve kuruluşlarda, başörtüsü serbestliği sadece bir yönetmelikle ayakta durmaktadır. En temel haklardan olan 'din ve vicdan hürriyeti' yönetmeliklerle güvenceye alınamayacağı gibi değişen yöneticilerin inisiyatifine terk edilemez. Kısmen ve dönemsel olarak sağlanan başörtüsü serbestisinin yer ve zaman sınırlaması yapılmaksızın anayasal güvence altına alınması ertelenemez bir sorumluluktur." ifadelerine yer verdi.

"İşten çıkarmalarda keyfilikler önlenmelidir"

İşten çıkarmalarda uzun zamandır tartışma konusu olan "Kod 29" uygulamasının, neden olduğu mağduriyetler ile tartışılmaya devam ettiğine dikkatleri çeken Demir, "SGK verilerine göre yasağın sürdüğü 2020 yılında 176 bin 662 kişi, 'Genel ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan davranışları' düzenleyen 'Kod 29' kapsamında işten atıldı. Bu kapsamda işten çıkarılanlar kıdem ve ihbar tazminatlarını alamıyor ve işsizlik maaşından yararlanamıyorlar. Yaşadıkları sicil sorunları yüzünden yeni iş bulmada da zorluk yaşıyorlar. Önlerinde kalan tek yol, mahkemelerde suçsuz olduklarını ispat etmeye çalışmaktır." dedi.

"Mağduriyetleri giderecek bir düzenleme ivedilikle yürürlüğe konmalı"

Mağduriyetlerin giderilmesi çağrısında bulunan Demir, "Artan şikayetler ve suiistimaller üzerine SGK, 'Kod 29' uygulamasında değişik gerekçeler için farklı kod uygulamasına geçti. Yapılan değişiklik 'Genel ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan davranışlar'ı ayrıştırsa da pratikte işverenin keyfi tutumunun önüne geçmeyecektir. Tazminatsız işten atmalarda kodlar değişse de işverene yine ispat sorumluluğu getirmemektedir. Kısa çalışma ödeneğinin sonlandığı, işten çıkarma yasağının da mayıs ayında sonlanacağı düşünüldüğünde, ücretsiz izne çıkarma furyasıyla beraber 'Kod 29' veya yeni türevleri kapsamında işten atmaların daha da artacağı öngörülmelidir. Bunun önüne geçmek ve şimdiye kadar yaşanan mağduriyetleri giderecek bir düzenleme ivedilikle yürürlüğe konmalı, işverene de işten çıkarmalarda beyan yerine ispat sorumluluğu getirilmelidir." diye kaydetti.

Güvenlik Soruşturması Yasası

Kamuya ilk kez veya yeniden atanacak çeşitli kamu görevlilerine yönelik güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını içeren kanun teklifinin, tüm tepkilere rağmen TBMM Genel Kurulunda kabul edilmesini değerlendiren Demir, "Güvenlik soruşturması prosedürünün, devlet memuriyetine girecek kişilerin yakınlarına uygulanmasından vazgeçilmesi ve sadece kişinin kendisinin baz alınması elbette teklifin ilk haline göre olumlu bir gelişmedir. Buna rağmen öğretmenlerin de güvenlik soruşturması uygulamasına dâhil edilmesi, 'ilişik, irtibat, iltisak' gibi soyut kavramlara tekrar yer verilmesi, suiistimaller ile keyfiliklerin önünü açmaktadır. Masumiyet karinesi gibi Anayasal bir hakka rağmen kişiyi idare karşısında savunmasız bırakacak bu uygulamanın arşiv kaydı ile sınırlandırılması, hukukun üstünlüğünün gereğidir. Bu anlamda Sayın Cumhurbaşkanını; söz konusu tasarıyı bir kez daha görüşülmek üzere parlamentoya geri göndermeye davet ediyoruz." çağrısında bulundu.

İLKHA