Ey Şehid!
Ey Şehid! Senden sonra göktaşları kadar belalar çarptı göğsümüze, ama eğilmedik, dönmedik. Adımıza yaraşır bir bela aktı üzerimize. Ey Şehid! Hiç kaçmadık...Teneke bir dünyayı terk ettin, belki cennet kapısında dönüp tükürmüşsün yüzüne dünyada yaptığın gibi. Sen git, zaten paylaşacak bir sevincimiz kalmadı. Senin yaptığın gibi de yapmayacağım. Yani varisin olacağım.
Yokluğun içimde kasılan bir depremdir. Önce damarlarım çatladı. Herkesin hüznünden sonra hüzünlenmek istedim. Acılarımı saf bir çanakta içmeyi diledim.
Ey Şehid!
Bu kadar çabuk mu olacaktı? Yani şimdi mi? Öfkemiz daha da kabarırken mi? Hz. Hüseyn, şehidler... ve bilmem hangi cennette konaklarken, bizim feryada bir mehdi. Tandır yeni kızışmıştı. Hangi el koşacak acılarımıza. Keşke denizler kurusa, ben ağlasam ve dağlara yaslansam. Seni beklesem beklesem yollarında!
Ey Şehid!
Bu kadar mı yetim kalacaktım? Feryadım yıldızlara tırmanıyor ve genzime çarpıyor. Kederim denizlerde aynadır. Nereye uzansam bela, neyi tutsam içimi ısıran bir yılandır. Yetimlik, ama bu denli mi..? Yaşamaya bir nefeslik heves kalmadı. Alıp başımı Hira'ya mı çekilsem? Bilmem, hangi denize kıyasen kan döksem. Yahya'nın kanı mı fokurduyor içimde ve bir el uzanır kalbimi sıkar. Ey Şehid! Senden sonra gök mavi olmadı, güneş hiç doğmadı.
Ey Şehid!
Herkesin ağlayışından sonra ağlamak istedim. Yani gözyaşlarımı esen kasırgalara değil, Harran kar’ına değil, Haziran’a değil, “Ocak’a" hiç değil; mevsimsiz bir kışa, takvimsiz bir on yediye, sabahı olmayan bir güne dökmek istiyorum. Eğer yetimliğim bir çocuk olsaydı saçlarını okşamak isterdim, gözyaşlarını ellerimle silerdim. Ey Şehid! Rüzgârlar bende olsaydı kasıp kavururdum Marmara'yı ya da bir el olup dağ ovayı bir yapardım.
Aratmazdım Semud'u, Eyke'yi bilmem hangi tufanı. Bir sakalına bin kılıç derdim. Ey Şehid!
Yokluğun içimde bir vadi, bunu düşünmek karadelikler kadar derindir içimde…
Ey Şehid!
Sen gittikten sonra yetimlik mührünü vurdular kaderime. Yerden bir karış gökten bir karış pay ayırdılar adıma. Sonra itler dolaşmaya, çakallar ulumaya başladı. Gayretsizler gayrete geldi adavet ve nifak hesabına. O’ndan öte bir dostun olmadığına secde ettim. Kimi gördümse düşman, neye dokundumsa ateş oldu.
Ey Şehid! Senden sonra göktaşları kadar belalar çarptı göğsümüze, ama eğilmedik, dönmedik. Adımıza yaraşır bir bela aktı üzerimize. Ey Şehid! Hiç kaçmadık.
Sensizlik saçlarımı alevlendirdi. Kanımızda Lut (aleyhisselam) perişanlığı dolaşıyor. Eğer hüznüm yağmur olsaydı, ne bağ olurdu ne bahçe. Yani bildiğin tüm acılar kol geziyor sokaklarda. Her belanın tutkusu sülük gibi emiyor kanımızı.
Ey Şehid!
Acılara elçilik yaptık, hüznün kuryesi olduk. Yokluğun onulmaz bir hasret oldu damarlarımıza ve hücrelerimize. Beni hayata bağlayan her bir sakalın kadar bir sebep vardır, bir damar ve intikam vardır.
Ey Şehid!
Bize nasıl yaşanır öğrettin, ömrün pahasına nasıl ölmek gerektiğini o pak ruhunla.
Ve acı…
Kervana varmanın mutluluğunu yazarsın. Ne geç kaldın, ne erken ayrıldın. Zamanın on ikisinden geç vurdun kalbimin tam orta damarından...
Hani hasret yoktu böyle ayrılışlarda. Gidişin ben’imde sırat kurdu. Harf harf geziyor üzerinde acılar. Her attığın kurşun içimi ısıran akreptir. Tez elden firak bu sefer hayal-yalan değil; ama bana teneke bir mekân bıraktın, içeceğim nice Kızıldeniz var aşacağım, Everest kadar belalar beklerim
Kaçmadın biliyorum, esaret bedenine oturma; kelepçeler utanırdı bileğine takılmaktan beton demir sıkılır da seni taşımaktan.
Ey acı! Hangi damarla büyüyorsun oysa zehirdir, damarımda dolaşan.
Bir çift sözün de olmadı, yani hiç konuşmadın, bir kez dönüp de bakmadın. Semud meleği gibi bir çığlık atsaydın ya! Elleri kırılsın bu zalimlerin ne de bedbahttırlar.
Teneke bir dünyayı terk ettin, belki cennet kapısında dönüp tükürmüşsün yüzüne dünyada yaptığın gibi. Sen git, zaten paylaşacak bir sevincimiz kalmadı. Senin yaptığın gibi de yapmayacağım. Yani varisin olacağım.