Yine bir 17 Ocak ve yine sen düştün aklıma ya Hüseyn!

Yine bir 17 Ocak ve yine sen düştün aklıma ya Hüseyn! Kerbela çölündeki Hüseyni yalnızlık ve kimsesizlik gibi mazlumiyet ve yalnızlığın geldi aklıma… Ve tarih boyunca Hüseyn’in varislerinin başlarına gelenler…

Yine bir 17 Ocak ve yine sen düştün aklıma ya Hüseyn!

Kerbela çölündeki Hüseyni yalnızlık ve kimsesizlik gibi mazlumiyet ve yalnızlığın geldi aklıma… Ve tarih boyunca Hüseyn’in varislerinin başlarına gelenler…

Hüseyinlerin kaderi; hicret ve şehadet…

Allah’ın aziz davası uğruna yine en azizlerin feda olması...

Sen verdiğin söz ve ahd üzerinde durdun. Sana kutlu şahadet, bize matem ve hüzün düştü, yas düştü…

Şimdi sen dostların arasında mutluluk ve sevinç içindeyken bizlere gözyaşı, hasret ve firak düştü, hicran düştü.

Ey dost!

Senden sonra Yezid’in askerleri sürakalar gibi izimizi sürdüler. Biz de Mekkelerimizden Yesriplere hicret ettik. Arkamızda en sevdiklerimizi bırakarak ecnebi memleketlere göç ettik. Yıllar yılı Mekkelerimizin hasretiyle, yakınlarımızın özlemiyle ağıtlar yaktık. Kimimiz Batman kimimiz Diyarbakır, kimimiz Sivas Elazığ diyerek yıllar yılı memleketlerimizin hasretiyle dağlandık. Kimimiz zindanlarda, kimimiz muhaceratta sevdiklerine ulaşamadan bu dünyadan göçüp gitti. Molla Said ve Musa ağabey gibi kendimiz gelemedik vatanlarımıza, sevdiklerimize, tabutlarımız gelebildi ancak.

Takvimde 17 Ocak günü olmasa belki bu kadar hüzünlenmeyiz ama her sene 17 Ocak oldu mu gurbetliğimiz, hasretliğimiz daha da artmakta, ciğerlerimizdeki hicran ve firak ateşi daha da alevlenmekte. Her sene 17 Ocak günü “Eğer ağabey hayatta olsaydı böyle olmazdı” sözleri dilimizde şarkı, türkü, helbest gibi tekrar edilmekte.

Çünkü sen hayattayken dağ gibi sorunlar, fevc fevc düşman orduları, her yandan saldırılar, sarsmadı korkutmadı bizleri. Çünkü bir okyanus gibi tüm sorunlar sende eriyip gidiyordu Allahın yardımıyla. Rabbim seni tüm sorunların çözümüne, tüm sıkıntıların halline çare ve derman olabilecek şekilde yaratmıştı. Sendin dertlerimizin dermanı, sendin en cesim ve tehlikeli düşmana karşı sığınağımız, Sevrimiz, Hiramız. Sen varken, düşman bizi çepeçevre kuşattığı, çocuklarımıza yiyecek dahi bulamadığımız, en azizlerimizin cesetlerinin yerlerde sahipsiz olduğu zamanlarda dahi “zadet imanuna” imanımız artıyor, zulme, hıyanete, boyun eğmiyorduk. Çünkü tüm sorunlara karşı bir iksirimiz, Rehber Hüseynimiz vardı.

Ve Hüseynim! sensiz neler geldi başımıza bir bilsen. Sahipsiz, yetim, öksüz kaldık gurbet ellerde, duvar diplerinde. Tüm kapılar yüzümüze kapandı. En yakınlarımız sırt çevirdi bizlere. Gökyüzünü örtü, yeri döşek yaptık. Terk-i vatan, terki diyar, terki yar olduk. Habeşistanları kendimize mesken ettik. Ecnebi diyarlarda, gören gözlerimiz gördüklerini okuyamaz körler, kulaklarımız duyduklarını anlayamayan sağırlar, dillerimiz en basit ihtiyaçlarını bile dile getiremeyen lallar oldular. 

Birgün rüyanda Üstad’ı görmüştün hani. Üstad önde sen arkasında yürüyordun hani. Üstad bir çukura düşüp çıktıktan sonra yoluna devam ederken sen ise çukura düşmeden yoluna devam etmiştni. Yine kendi rüyanı kendin tabir etmiş ve demiştin ya; “Üstad zindana girdi ahirete irtihal etti, bense zindana girmeden şehid olacağım” Her kararında isabet ettiğin gibi rüya tabirinde de isabet ettin.

Sen Rabbine verdiğin ahdi yerine getirdin. Senden sonra talebelerin senin bayrağını şeref ve izzetine yakışır bir şekilde yere düşmeden aldılar. Dünyanın dört bir tarafına taşıdılar. Selam olsun sana, rahmet olsun sana ey Şehid Rehber. Vefat yıldönümünde seni rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. Rabbbim ayaklarımızı bu yolda sabit kılsın. Mahşerde bizleri sizlerle beraber haşr etsin.

Mücahid Haksever/Habernas