Sosyal medya bizi nasıl kutuplaştırıyor?

Sosyal medyada çoğu zaman beğenilerimize, ilgilendiğimiz konulara ya da etkileşimde bulunduğumuz içeriklere uygun önerilerle karşılaşıyoruz. Bunun nedeni, algoritmalar... Ancak yalnızca sevdiğimiz içeriklerle çevrili olmak, dijital dünyanın bizi nasıl yönlendirdiğini fark etmemizi engelliyor.

Sosyal medya bizi nasıl kutuplaştırıyor?

Sosyal medya platformları artık hayatımızın ayrılmaz bir parçası... Her gün, bu platformlarda vakit geçiriyor, bilgi alışverişinde bulunuyor ve farklı içeriklerle karşılaşıyoruz. Ancak dijital dünyada bizleri nelerin yönlendirdiğini, hangi fikirler etrafında toplandığımızı ve neden giderek kutuplaştığımızı çoğu zaman fark edemiyoruz. İşin özünde ise “görünmez” bir güç yatıyor: Algoritmalar.

Platformlar, kullanıcı deneyimini iyileştirmek ve “kişiye özel” içerikler sunmak amacıyla gelişmiş algoritmalar kullanıyor. Başlangıçta kulağa müthiş bir yenilik gibi gelen bu “kişiselleştirme” işlevi, zamanla tek tip bilginin hakim olduğu “yankı odaları” oluşturuyor. Çünkü algoritmalar, bizim önceki beğenilerimiz, takip ettiklerimiz ve ilgi alanlarımız doğrultusunda benzer içerikleri önümüze çıkarıyor. Aynı tür içerikleri görmekten hoşlandığımızı fark ettikleri anda, yeni ve farklı bakış açılarını görme şansımız azalıyor.

Küresel ölçekte yapılan araştırmalar da bu durumu doğruluyor. DataReportal 2023 verilerine göre dünya genelinde 4,76 milyar sosyal medya kullanıcısı bulunuyor ve bu büyük kullanıcı kitlesinin önemli bir kısmı, kendi ilgi alanlarına yönelik içeriklere “hapsedilme” riskini taşıyor. Özellikle haber akışlarının büyük oranda algoritmalarla belirlenmesi, “farklı fikir” görme ihtimalini ciddi ölçüde düşürebiliyor.

Gelin, sosyal medyada bizi bu “yankı odalarımızda” hapseden ve farklı fikirlere karşı daha tahammülsüz hale getiren dijital mekanizmaları mercek altına alalım. Aynı zamanda algoritmaların bizi nasıl etkilediğine, Klinik Psikolog Meryem Kahramanlar’ın yorumlarıyla birlikte göz atalım.

Sosyal medyada sıkça karşılaşılan saldırgan ve kutuplaştırıcı söylemler, bireylerin de benzer tepkiler geliştirmesine yol açabilir.

Klinik Psikolog Meryem Kahramanlar

Dijital gerçekliğin arka planı: Algoritmalar düşüncelerimizi mi yönlendiriyor?

“Algoritmalar doğrudan ‘bizim yerimize düşünmez,’ ama kararlarımızı yönlendirip seçeneklerimizi daraltabilir.” Klinik Psikolog Meryem Kahramanlar, “Kendi yankı odamızda hapsolmuş olabiliriz” diyerek sosyal medyanın bizleri nasıl “korunaklı baloncuklara” sürüklediğine dikkat çekiyor.

Klinik Psikolog Meryem Kahramanlar, algoritmaların bizi nasıl etkileyebileceğine vurgu yaparak “Algoritmalar doğrudan ‘bizim yerimize düşünmez,’ ancak kararlarımızı yönlendirebilir, seçeneklerimizi sınırlayabilir ve bilişsel önyargılarımızı pekiştirebilir” diyor. Yani, platformların “Bunlar hoşuna gider” diye sunduğu içerikler, uzun vadede düşünce ufkumuzu tıkayabiliyor.

Sosyal medyanın toplumsal ilişkilerimize etkisi konusunda Kahramanlar’ın bir diğer tespiti de sosyal çevrelerin giderek “korunaklı balonlar” haline geldiği yönünde. Kahramanlar, “Kendi yankı odamızda hapsolmuş olabiliriz” diyor. Zira, insanlar her ne kadar farklı kişileri takip ediyor gibi görünse de çoğunlukla kendi inançlarını doğrulayan içeriklere yöneldiğinde, bilmeden de olsa bir tür zihinsel izolasyona girmiş oluyor. Bu da yeni fikirlere açık olma becerisini törpülüyor.

Öte yandan Kahramanlar, olumsuz içeriklerin sürekli önümüze düşmesinin psikolojimiz üzerindeki etkisine de değiniyor. Sürekli benzer ve aşırı derecede negatif paylaşımları görmek, zamanla “Hayatta hep kötü şeyler oluyor” algısını güçlendirebiliyor. Umutsuzluk ve karamsarlık hali, kişinin topluma olan güvenini zayıflatırken, kendini ifade etme arzusunu da kırıyor. Bu süreç, tek taraflı bilgilerin hâkim olduğu bir kısır döngüde bireyleri yalnızlaştırabiliyor.

Sanal ayna: Neden giderek daha tahammülsüz oluyoruz?

Sosyal medyadaki “ideal” paylaşımlar, kıyaslama kültürünü körükleyerek yetersizlik hissini derinleştiriyor. Meryem Kahramanlar, bu ruh halinin öfke ve tahammülsüzlüğe nasıl zemin hazırladığını anlatıyor.

“Sosyal medya, bireylerin kendi düşüncelerini ve başarılarını başkalarınınkiyle kıyaslama fırsatı sunarak, özellikle ‘ideal’ ya da ‘başarılı’ olarak gösterilen içeriklere odaklanılmasına yol açar. Bu durum, zamanla bireylerin kendilerini daha yetersiz hissetmelerine, özsaygılarının zarar görmesine ve daha eleştirel bir tutum geliştirmelerine neden olabilir. Bununla birlikte, sosyal medyada aşırı karşılaştırma, öfke ve hayal kırıklığını tetikleyebilir çünkü bireyler, başkalarının yaşamlarının sosyal medya üzerinden gösterilen versiyonlarının, kendi gerçekliklerinden çok daha üstün olduğunu hissedebilirler. Bu etkileşimler, bireylerin hem kendilerine hem de başkalarına karşı daha tahammülsüz ve olumsuz bir tutum geliştirmelerine yol açabilir.”

Saldırganlıktan yetersizlik hissine: Sosyal medyanın gizli tuzakları

Klinik Psikolog Kahramanlar, sosyal platformlardaki saldırgan söylemlerden “ideal” paylaşımlara kadar, dijital dünyanın kullanıcıların duygu ve davranışlarını nasıl derinden etkilediğini anlatıyor:

“Sosyal medyada sıkça karşılaşılan saldırgan ve kutuplaştırıcı söylemler, bireylerin de benzer tepkiler geliştirmesine yol açabilir. İnsanlar, farkında olmadan başkalarının duygularını içselleştirerek benzer tepkiler verebilirler. Dahası, dijital platformlar kullanıcıları etkileşim ve beğeniler yoluyla ödüllere bağımlı hale getiriyor. Bu, bireylerin gerçek dünyadaki etkileşimleri daha az tatmin edici bulmasına ve sabırsız, tahammülsüz hale gelmesine yol açabiliyor.”

Çok sayıda çalışmada, sosyal medya kullanımının stres ve kaygı düzeyini artırabileceğine dair bulgular var. Örneğin, American Psychological Association (APA), özellikle genç kullanıcıların yoğun sosyal medya kullanımında anksiyete ve depresyon belirtilerinin arttığına işaret ediyor. Bu da, bireylerin duygusal tepkilerine daha hızlı ve sert biçimde yansıyarak tahammülsüzlüğü körükleyebiliyor.

Yankı odalarından çıkmak mümkün mü? Kendimizi nasıl koruyabiliriz?

Tahammülsüzlüğün arttığı, fikir ayrılıklarının keskinleştiği bu ortamda, bireylerin atabileceği bazı yapıcı adımlar bulunuyor. Klinik Psikolog Meryem Kahramanlar, “Eleştirel medya okuryazarlığına sahip bireyler, yanıltıcı bilgilere daha az inanıyor ve daha bilinçli bir şekilde medya içeriklerini değerlendirdiklerini gösteriyor” sözleriyle bu noktada bilinçli bir çabayı şart koşuyor. Aslında, sosyal medyadan tamamen uzaklaşmak yerine, platformu nasıl kullandığımızı gözden geçirip okuryazarlık becerilerimizi geliştirerek bir denge kurmamız mümkün.

Farklı kaynaklardan bilgi edinmek: Tek bir haber kanalı, tek bir sosyal medya sayfası yerine, değişik fikirleri yansıtan çok sayıda hesabı takip etmek faydalı. Böylece, yalnızca “bizim inancımızı” doğrulayan bilgilere değil, diğer bakış açılarına da kapı aralamış oluyoruz.

Kişiselleştirme ayarlarını değiştirmek: Sosyal medya platformlarının sunduğu kişiselleştirme seçeneklerini gözden geçirerek, öneri algoritmalarının etkisini bir nebze azaltmak mümkün.

Duygusal tepkileri yönetmek: Her görünen içeriğe öfkeyle veya savunmacı bir tutumla yaklaşmak yerine, önce paylaşımın kaynağını, doğruluğunu sorgulayarak ilerlemek önemli. Eleştirel düşünme, tam da bu noktada devreye giriyor.

Algoritmaların farkında olmak: “Görünmez el” dediğimiz bu yazılımlar, çevrim içi alışkanlıklarımızı izleyerek tercihlerimiz üzerinde manipülasyon yapabiliyor. Bu gerçeği bilmek, sorgulama ve seçici davranma konusunda bizi daha bilinçli hale getiriyor.

Dünyada milyarlarca insanın her gün vakit geçirdiği sosyal medya ortamları, günlük hayatı kolaylaştırmakla birlikte, tehlikeli “dijital fanuslara” yol açabiliyor. Algoritmaların görünmez gücünü farkında olarak kullanmak, farklı seslere kulak vermek ve eleştirel bakış açısını elden bırakmamak, bu fanusların etkisini en aza indirmenin yolu gibi görünüyor.

Kaynak: trthaber