İnsan hakları uzmanları: “BM’nin sistemi çöktü, reform kaçınılmaz”

Uzmanlar, işgalci İsrail'in Gazze'deki ihlallerinin uluslararası sistem için kırılma noktası olduğunu belirterek, insan haklarının evrensel şekilde uygulanması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin yapısında reformlar yapılması gerektiğini savundu.

İnsan hakları uzmanları: “BM’nin sistemi çöktü, reform kaçınılmaz”

Eski İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Direktörü Profesör Kenneth Roth ve Boston Üniversitesi Uluslararası İnsan Hakları Kliniği Direktörü Profesör Susan Akram, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla basına yaptıkları değerlendirmede, uluslararası sistemin yapısal sorunlarına, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) veto mekanizmasının yol açtığı çıkmaza ve sivil toplumun bu süreçteki kritik rolüne dikkat çekti.

ABD’nin en önemli İnsan Hakları Kliniklerinden birinin başında bulunan Profesör Akram, insan haklarına olan inanç ve bağlılığın insanlığı kurtarmanın tek yolu olduğunu belirterek, "Siyasi faktörler açısından sorunun özü, herkesin insan haklarını desteklemek ve korumak için kurulduğu söylenen Birleşmiş Milletlerin içindedir. Ama BM, savaş ve barış konusundaki kararları ve insan hakları ihlallerinin faillerini cezalandırmayı kontrol etmek için sadece İkinci Dünya Savaşı'nda galip ülkelere izin verecek şekilde yapılandırıldı." diye konuştu.

Bu beş ülkenin bu gücü kötüye kullandığını ve BM'yi kendi siyasi amaçlarına ulaşmak için özel bir uygulama mekanizmasına dönüştürdüklerini belirten Akram, "Hem BM'nin barış ve güvenlik için güvenilir bir örgüt olarak hayatta kalması hem de dünyadaki herkesin insan haklarından eşit şekilde yararlanması amacının gerçekleşmesi için Güvenlik Konseyinin yapısı değişmeli." ifadesini kullandı.

Gazze uluslararası çatışmaların fay hattı

Akram, İsrail tarafından sürdürülen işgal, apartheid ve soykırım politikalarının dünya genelindeki birçok çatışmanın temel fay hatlarından biri olduğunu belirterek, "Daha önce de defalarca ifade ettiğim gibi Filistin, 70 yılı aşkın süredir büyük güçler tarafından desteklenen son sömürge projelerinden biridir." değerlendirmesinde bulundu.

Vahşetin özellikle ABD olmak üzere Batılı güçlerin tam suç ortaklığıyla hızlandığını belirten Akram, "Bu, BM'nin mutlak başarısızlığını ve Güvenlik Konseyinin Filistin halkının kendi kaderini tayin etme konusundaki meşru taleplerini siyasi amaçlarla bastırdığını gösteriyor." dedi.

BM Genel Kurulu daha demokratik bir organ

BM sistemi içinden ve dışından gelen çeşitli reform önerilerini desteklediğini belirterek, Genel Kurulun gerektiğinde BM Şartı’nı değiştirebilme yetkisine sahip olması gerektiğini söyleyen Akram, "BM’de demokratik organ Genel Kuruldur. BM Şartı’na taraf olan her devletin Genel Kurulda bir oy hakkı vardır. Dünya halklarının çoğunluğunun iradesinin, Genel Kuruldan çıkan kararlara yansıdığını defalarca gördük. Ayrıca Genel Kurul, Barış İçin Birlik kararını da devreye sokabilir. Örneğin 1956’da Süveyş krizinin ardından Gazze’de bir müdahale gücünü yetkilendiren organ Genel Kuruldu ve bu güç Gazze’de 10 yıl görev yaptı." ifadelerini kullandı.

Akram, Güvenlik Konseyini genişletme çabasının da olduğunu belirterek, "Küresel Güney ve dünyada çoğunluk nüfusları temsil eden, şu anda çoğunluk nüfuslara sahip olan ülkeler Güvenlik Konseyinde daha fazla söz talep ediyorlar. Bu çaba da karar verme ve masadaki sesleri genişletmek için desteklenmeli." dedi.

İnsan hakları bugün hala çok şey ifade ediyor

Eski İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Direktörü Roth, 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin bugün hâlâ insanların ihtiyaç duyduğu ve talep ettiği hakları ifade ettiğini belirterek, "Bu belgede işkenceye maruz kalmama, yargısız infazlara karşı korunma, ırk, etnisite veya din gibi çeşitli gerekçelerle ayrımcılığa uğramama gibi temel medeni ve siyasi haklar yer alıyor. Ayrıca sağlık hizmetlerine erişim, barınma ve gıda gibi yaşamın temel gereksinimlerine ilişkin hakları da içeriyor." dedi.

Sudan, Gazze ve Ukrayna’da yaşanan vahşete rağmen insan haklarının hâlâ geçerliliğini koruduğunu vurgulayan Roth, "Sokakta bir cinayet işlendiğinde bu, ceza hukukunun terk edildiği anlamına mı gelir, yoksa sadece ihlal edildiğini mi gösterir? Dünya da bu vahşetlere verdiği tepkilerde, standartlar ihlal ediliyor olsa bile aslında bu ilkeleri korumaya çalışıyor." değerlendirmesinde bulundu.

Uluslararası mahkemeler devreye girdi ama yetersiz

Roth, Uluslararası Adalet Divanının (UAD) Gazze'de soykırımı durdurmaya çalıştığını, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) ise Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant'ı Gazze'de sivilleri açlıkla katletmekten Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i ve Rus komutanları da Ukrayna’daki ihlallerden sorumlu tuttuğunu hatırlatarak, bu tür ihlallerin durdurulması için çok sayıda girişim olduğunu fakat ihlalleri engellemekte yeterli olmadığını anlattı.

Roth, "Sudan'da bu vahşetin işlendiği ana yol, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından silahlandırılan Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK). Emirliklerin bu sofistike silahları gelmeseydi, soykırım ve diğer kitlesel vahşetler yaşanmazdı ama devletler, HDK’ye silah akışını not etseler de BAE'yi suçlamaktan, baskı yapmaktan kaçındılar." diye konuştu.

Gazze konusunda ABD Başkanı Donald Trump’ın, Netanyahu’ya bombardımanların ve açlığın durdurulması yönünde baskı yaptığı ancak ABD’nin askeri yardım akışını sürdürdüğünü belirten Roth, "Bu durum, Netanyahu’nun Gazze’yi bölmesine, Filistinlilere yönelik sistematik saldırılarını sürdürmesine, toplu etnik temizlik ya da süresiz bir apartheid hedefini devam ettirmesine zemin hazırlıyor." dedi.

Çifte standartlar her zaman var

Roth, uluslararası hukukun evrensel uygulanıp uygulanmadığı sorusuna, "Her zaman seçicilik gördük. Örneğin, Avrupalı hükümetler neden Putin'i Ukrayna'yı işgal ettiği için kınıyor da Ruanda hükümetini Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin doğusunu işgal ettiği için kınamıyor? Washington yönetimi Ukrayna'daki savaş suçlarına öfkelenirken, neden İsrail'in Gazze'deki büyük savaş suçlarına daha hoşgörülü oluyor? Elbette bu çifte standartları görüyoruz." değerlendirmesinde bulundu.

Çin’in yaklaşık 1 milyon Müslüman Uygur gözaltında tuttuğunu ve bu kişilerin dinlerini, dillerini ve kültürlerini terk etmeye zorlandığını belirten Roth, "Bunlar insanlığa karşı suçlardır. Devletler Çin’e seslerini yükseltti ancak Uygur Türklerine uygulanan bu ağır zulmü durdurması için Pekin’e gerçek bir baskı uygulanmadı. Avrupa da ABD hükümetinin yaptığı gibi, Uygurların zorla çalıştırılmasının yaygın olduğu gerekçesiyle Sincan’dan yapılan ithalata yönelik kapsamlı bir yasak getirmedi." dedi.

Roth, BM Güvenlik Konseyinin veto mekanizması nedeniyle insan hakları standartlarını uygulamada büyük ölçüde etkisiz kaldığını vurgulayarak, şöyle devam etti:

"Ancak BM’den vazgeçemeyiz. BM Genel Kurulu ve BM İnsan Hakları Konseyini harekete geçirebildik. Bunlar son derece güçlü adımlar. Örneğin BM İnsan Hakları Konseyi, Çin’in Uygur Türklerine yönelik muamelesini gündemine almayı değerlendirdiğinde, (Çin Devlet Başkanı) Şi Cinping’in diğer devlet başkanlarını bizzat arayarak onları Çin lehine oy kullanmaya ikna etmeye çalıştığını gördük."

"Trump'ın UCM'ye yönelik yaptırımları skandal"

Roth, UCM'nin büyük bir potansiyele sahip olduğunu ancak ABD Başkanı Trump’ın uyguladığı yaptırımlar nedeniyle işlevinin sınırlandığını belirterek, "Bunlar skandal niteliğinde yaptırımlar. Bu adım, ‘İsraillileri nasıl eleştirirsiniz ya da suçlayabilirsiniz, bunu yaptığınız için size yaptırım uygularım’ demenin bir başka yoludur." ifadelerini kullandı.

Avrupalı hükümetlerin söz konusu yaptırımlara karşı çıktığını ancak Avrupalı liderlerin öncelikli kaygısının Trump’ın Ukrayna konusundaki desteğinin devam etmesi olduğunu söyleyen Roth, "Bu nedenle, olması gerektiği kadar güçlü bir şekilde UCM yaptırımlarına karşı çıkmadılar. Sihirli bir çözüm olduğunu düşünmüyorum ancak ihtiyaç duyulan şey, hükümetlerimizin insan haklarını daha tutarlı biçimde savunması için toplumdan gelen güçlü baskıdır." değerlendirmesinde bulundu.