HÜDA PAR Genel Başkanı Sağlam'dan haftalık iç ve dış gündem değerlendirmesi

HÜDA PAR Genel Başkanı Sayın İshak Sağlam, yaptığı haftalık iç ve dış gündem değerlendirmesinde; gündemin öne çıkan başlıklarını masaya yatırdı.

HÜDA PAR Genel Başkanı Sağlam'dan haftalık iç ve dış gündem değerlendirmesi

HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, yaptığı haftalık iç ve dış gündem değerlendirmesinde; Kürt meselesi, pandemi ile mücadele, açıklanan enflasyon rakamları, ekonomik ve yargısal reform, Muhsin Fahrizade suikastı, Mısır’da cunta yönetiminin ihvan korkusu ve Netanyahu’nun Suudi ziyareti gibi gündemin öne çıkan başlıklarını masaya yatırdı.

KÜRT MESELESİNİN SEBEBİ İNKÂR POLİTİKASIDIR

2017 yılında “Kürt sorunu yoktur. Kürt vatandaşlarımın sorunu vardır” diyen Sayın Cumhurbaşkanı, 24 Kasım 2020 tarihli grup toplantısında bir kez daha “Kürt sorunu yoktur” dedi. Oysa 2005 yılında Başbakan iken Sayın Erdoğan’ın ‘Kürt meselesi benim meselemdir’ demesinin ardından Kürtçe televizyon açılması ve Kürtçe’nin seçmeli de olsa ders olarak okullara girmesi gibi reform adına atılan adımlar hak ve özgürlükler anlamında takdir kazanmıştı. Bu reformların devamı beklenirken son dönemlerde ülkenin yönetim anlayışına hâkim olan eski tekçi ve ötekileştirici politikalar, şimdiye kadar atılan olumlu adımlara da gölge düşürmektedir.

Gelinen nokta; hak ve özgürlükler ile adaletin ikamesi adına üzüntü vericidir. Kürt Meselesini sadece ekonomik sorunlar ve terör bağlamında değerlendirmek bugüne kadar bir sonuç vermemiştir. Gerçeklere gözleri kapatmak, var olan inkâr ve asimilasyona meşruiyet kazandırmadığı gibi sorunun çözümüne de hiçbir şekilde katkı sunmamıştır. Bu politikaların ağır sonuçlarını hep birlikte defalarca yaşadık. İnsan hakları ve hukuk anlamında büyük reformlar yapılacağına dair demeçlerin verildiği bu günlerde, Kürt meselesinin anayasal anlamda, eşit vatandaşlık temelinde çözülmesi en öncelikli adım olmalıdır. Adalet ve kardeşliğin ikamesi için gerekli olan güçlü irade, artık temayüz etmelidir. Var olan ötekileştirici mevzuata dokunmadan reform adına atılacak adımlar sadra şifa olmayacak, Kürt meselesi emperyalist güçler için bir truva atı olma özelliğini sürdürmeye devam edecektir.

PANDEMİ İLE MÜCADELEDE ŞEFFAF OLUNMALIDIR

Koronavirüs salgını her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Değişen mevsim şartları ile birlikte vaka sayısında ciddi artışlar meydana geldi. Artan vaka sayısına bağlı olarak sokağa çıkma yasağı dahil bazı ek tedbirlere başvuruldu. Tablonun daha da ağırlaşması ve bu nedenle daha fazla tedbir alınması da ihtimal dahilindedir. Hastanelerin yoğun bakımlarındaki doluluk oranı ile vaka sayılarının şeffaf bir şekilde paylaşılmaması, halkı tedbir noktasında rehavete sevk etti. Bu stratejinin ekonomiye faydası olsa da halkın sağlığına zarar verdiğini hepimiz gördük.

Halkımızın sağlığı her şeyden çok önemsenmelidir. Başka ülkelerin dramı üzerinden bir algı ile hedef şaşırtılmamalıdır. Toplumun sağlığı ve aynı zamanda ekonomi için öncelenmesi gereken konu, Koronavirüse karşı daha etkili tedavi yöntemi geliştirmek ve en kısa zamanda aşı üretmektir. Üniversitelerimizin laboratuvarları aşı üretimi için aktif bir şekilde çalışmalı, imkanlar bunun için seferber edilmelidir. Karantina ve tedbirlere ciddiyetle uyulmalı, sağlık sisteminin tıkanmasına hiçbir şekilde mahal verilmemelidir.

AÇIKLANAN ENFLASYON RAKAMLARI SAĞLIKLI DEĞİLDİR.

TÜİK’in her ay açıkladığı Enflasyon oranlarının güvenirliği bir süredir tartışılmaktadır.  TÜİK’in hesaplamalarında baz aldığı kalemler çeşitlilik gösterse de, döviz kurlarındaki aşırı artışın tüketici fiyatlarına doğrudan etki ettiği gerçeği ortadadır. Bu da gıda ürünleri başta olmak üzere temel ihtiyaç maddelerinde açıklanan enflasyon oranlarının üzerinde bir fiyat artışını beraberinde getirmiştir. Enflasyon artışının gerçek anlamda hissedildiği çarşı ve pazarlarda yaşanan durum, TÜİK’in ortaya koyduğu düşük enflasyon verileri ile çelişmektedir.

TÜİK’in enflasyon belirleme kriterleri, reel enflasyonu ortaya çıkaracak şekilde yeniden belirlenmelidir. Temel ihtiyaç maddesi olmayan ve ayda yılda bir ihtiyaç duyulmayan kalemlerin ağırlığının azaltılması, daha çok günlük tüketilen temel ihtiyaçların esas alınması gerekir.

EKONOMİK VE YARGISAL REFORM

Ekonomi yönetiminin değiştirilmesi ile iktisadi ve hukuki reformlara en yetkili ağızlardan yapılan kuvvetli vurgu toplumda nispi bir güven havası oluşturdu. Baş edilemeyen döviz artışının bir süreliğine aşağıya doğru çekilmesinde faizlerin yükseltilmesiyle birlikte reform söylemleri de etkili oldu. Ekonomik göstergeleri alt üst eden yüksek kur artışları ve tetiklediği enflasyonun başlıca nedenleri arasında yatırımların sekteye uğraması, yatırımlara gidecek sermayenin dışarıya kaçmasıdır. Bu durum ülkedeki siyasi hava ve güven ile doğrudan ilişkilidir. Darbe girişiminden bu yana devlete hâkim olan güvenlikçi politikalar, belli bir süreden sonra yatırımcılar açısından farklı kaygılara yol açtı. Güvenlik ile özgürlükler arasındaki hassas dengenin güvenlik lehine bozulması, ülkeyi riskli bir konuma getirdi.

Ekonomi ve yargı alanında zorunlu hale gelen reformların devlet yetkililerince en üst perdeden dile getirilmiş olması bu açıdan önemlidir. Çerçevesi henüz netleşmeyen reformların bir an önce yapılması gerekir. Yapılacak reformlar hem insan hakları ve özgürlüklerde hem piyasalarda yaşanan tıkanıklıkları açacak nitelikte olmalıdır. Hukukun üstünlüğünü ve piyasalarda güveni tesis etmeyecek yüzeysel reformlarla sınırlı kalınması halinde ekonomi, döviz ile faiz arasındaki kısır döngüye mahkûm kalmaya devam edecektir. Ekonominin faiz artışına değil güvene ihtiyacı vardı. Bu nedenle faizi değil güveni artırmak esas olmalıdır.

MUHSİN FAHRİZADE SUİKASTİ

İranlı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade uğradığı bir terör saldırısında şehid oldu. Siyonist işgal rejimi Başbakanı Netanyahu’nun 2018’deki bir konuşmasında ‘bu ismi unutmayın’ diyerek Fahrizade’yi hedef göstermesi suikastin arkasında MOSSAD’ın olduğunu ortaya koymaktadır. Zira Siyonist işgal rejiminin 2018’de de Fahrizade’ye yönelik başarısız bir suikast girişiminde bulunduğu ortaya çıkmıştı. Bağımsız bir ülkenin topraklarını ve egemenliğini ihlal ederek gerçekleştirilen bu terör saldırısını tel’in ediyoruz.

Filistin’de gerçekleştirdiği işgal ve katliamların yanı sıra; birçok ülkede suikast eylemleri gerçekleştiren siyonist işgal rejimi, uluslararası kuruluşlar ve devletlerin ikiyüzlülüğünden faydalanmaktadır. Yaptığı hiçbir saldırının bedeli ödettirilmediği için bundan sonraki süreçte de işgalci rejime benzer saldırılara yeltenme cüreti vermektedir. Fahrizade ve bundan önceki birçok suikastin faili olan siyonist işgal rejimine karşı uluslararası hukukun devreye girmesi gerekir. ‘Normalleştirme’ anlaşmalarından büyük cesaret alan işgal rejimi son eylemiyle bir terör çetesi olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. İşgal rejimi var olduğu müddetçe bu coğrafyaya asla istikrar ve sükunet gelmeyecektir.

Fahrizade’ye yapılan saldırıyı kınıyor, İran halkına taziyelerimizi sunuyoruz. Merhuma Allahtan rahmet ailesine ve sevenlerine sabr-ı cemil diliyoruz. Bu pervasızlığa karşı tüm uluslararası kuruluşları harekete geçmeye çağırıyoruz.

MISIR’DA CUNTA YÖNETİMİNİN İHVAN KORKUSU

Mısır mahkemesi, Müslüman Kardeşler Teşkilatını 5 yıl süreyle "Terörist Oluşum Listesi”ne dâhil etme kararı aldı. Ülkenin seçilmiş ilk sivil yönetimini askeri darbe ile deviren cuntacıların, meşru bir hareket olan İhvan-ı Müslimin’i ikinci kez terörist ilan etmesi, korkularının bir sonucudur. Bununla da yetinmeyen Cunta, İhvan’ın 285 üyesinin ve 3 kuruluşun mal varlığına da el koydu. 2013’ten bu yana cuntacı yönetim tarafından onlarca muhalif delilsiz suçlamalarla idam edildi. İnsan hakları ve özgürlük propagandası yapan Batılı ülkelerin ikiyüzlü yöneticileri ve kuruluşları, cunta muhaliflerine yönelik insan hakları ihlalleri ile silahsız bir fikri ve siyasi hareketi hedef alan katliamı görmezden gelmektedir.

Mısır’ı iç ve dış politikada piyon haline getiren cunta yönetimi, son kararlarla tüm muhalif hareketleri ortadan kaldırmayı hedeflediğini ortaya koymuştur. Cuntacılar, Mısır halkının Diktatör Mübarek’e karşı kazandığı zaferi hedef almıştır. Cunta rejimiyle birlikte Mısır, Mübarek dönemi istikrarsızlığına yeniden sürüklenmiştir. Mısır’da muhaliflere yönelik başlatılan cadı avına karşı başta Mısır halkı olmak üzere insan hakları kuruluşları ve Müslüman kamuoyunu ses vermeye davet ediyoruz. Mısır’ı her anlamda 2011 öncesi döneme sürüklemeyi hedefleyen adımlara karşı ivedilikle harekete geçilmeli, Mısır sivil ve insan haklarına saygılı meşru bir yönetime kavuşturulmalıdır.

NETANYAHU’NUN SUUDİ ZİYARETİ

Geçen hafta siyonist rejimin başı Bünyamin Netenyahu’nun,  Mossad şefi Yossi Cohen ile birlikte Suudi Arabistan’ın Neom kentine giderek Suud Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman ile görüştüğü basına yansıdı. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun da toplantıya katıldığı iddia edildi. Suudi Krallığı tarafından şu ana kadar bir yalanlama gelmedi. Bütün Müslümanlara ve Kudüs davasına açık bir ihanet olan bu görüşme, Siyonist rejimin işgal ve katliamlarını normalleştirmeye matuftur. Bu durum, Müslümanların ilk iki haremi olan Mekke ve Medine’yi idaresi altında bulunduran Suudi Krallığı ve ‘Hadim’ül Harameyn’ sıfatını kullanan Kral için bir utanç ve zillettir.

İslam Ümmetinin değerleri ve izzeti için her şeylerini feda eden HAMAS ve İhvan ı Müslimin’i terörist ilan eden Suudi Arabistan Ulema Heyeti’nin bu ihanetteki rolü çok büyüktür. Suudi Arabistan yönetimi, geldiği nokta itibarıyla İslam Ümmetine açık bir ihanet içerisindedir. Kendi kutsallarını çiğneyip siyasi çıkarları için Siyonizm’e ve emperyalizme yardakçılık yapan bir yönetim, hiçbir zaman rahat yüzü görmeyecektir. Suudi yönetimi, bu ihaneti nedeniyle halkın vicdanında mahkûm olmuştur ve meşruiyetini büsbütün kaybetmiştir.