Enerji tedariği siyasallaştı

Bu enerji krizi ise yalnızca gaz ve petrole ilişkin bir kriz değil. Enerji krizi, küresel olmanın yanı sıra gıda taşıma ve üretim maliyetlerini artırarak zincirin son noktasındaki tüketicinin yüzleşmek zorunda kaldığı fiyatları yükseltiyor.

Enerji tedariği siyasallaştı

Ukrayna savaşından önce de pandeminin arzı daraltıcı etkileri, tedarik zincirlerindeki aksamalar ve iklim krizi şokları, karbon ekonomisinden çıkış planlarının getirdiği belirsizlikler enerji piyasalarını çok sıkıştırmış ve kırılganlaştırmıştı.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ile patlak veren savaşın içinde, NATO ülkelerinin Rusya’ya yönelik uygulamaya koydukları ekonomik-finansal yaptırımlara karşılık Rusya’nın Avrupa’ya verdiği gazı Kuzey Akım hattında % 75’e varacak düzeyde kısmaya başlaması gaz fiyatlarındaki yükselişi hızlandırarak krizi derinleştirdi; ülkelerin içinde ve uluslararası düzeyde siyasi çelişkileri derinleştirdi.

Böylece enerji tedariği hızla siyasallaştı. Savaşın kinetik etkilerinin, çıkan yangınların ve yıkılan altyapının hem enerji tüketimini hem karbondioksit hatta zehirli gaz emisyonunu hızlandırarak iklim krizini besleyeceğini de -henüz üzerinde bir çalışma yapılıyor olmasa da- göz önüne almak gerekiyor.

Pandemi, arkasından savaş, uluslararası enerji tedariğini düzenleyen piyasa sistemine adeta kısa devre yaptırdı, hatta iki açıdan işlevsizleştirdi.

Birincisi, küresel enerji tedarik süreci, ABD-NATO yaptırımlarının etkisiyle, ülkelerin bu yaptırımlara uyma ya da uymama eğilimleriyle uluslararası güvenlik mimarisini, neoliberal küresel sistemin ABD liderliğinde işleyişini, Batı’nın konumunu sorgular biçimde siyasallaştı.

İkincisi, yüksek enerji ve gıda fiyatlarının toplumsal etkileri ile ABD ile Avrupa merkez bankalarının faizleri yükselterek daraltıcı para politikalarına gitmesi, gelişmekte olan ülkelerde borçlanmayı ve finansmanı zorlaştırıcı etkileri birleşti.

Krizin toplumsal yükü ağırlaştı

Böylece enerji krizinin toplumsal yükü daha da ağırlaştı.

Yüksek enerji, gıda fiyatları, yoksullaşma, Sri Lanka, Ekvador, Gana, Arjantin, Peru, Pakistan, Güney Afrika gibi ülkelerde hükümetlere yönelik protesto gösterilerine, grevlere, sert toplumsal istikrarsızlıklara yol açmaya başladı.

Birçok gelişmekte olan ülkedeki yönetim Sri Lanka krizini “madendeki kanarya” olarak değerlendirirken, önümüzdeki kış büyük zorluklarla ve toplumsal hoşnutsuzluklarla karşılaşmaya hazırlanan AB ülkeleri de gelişmekte olan ülkelerde yaşananlardan dersler çıkartmaya çalışıyor.

Çin’in “temiz, yenilenebilir” enerji piyasalarındaki ağırlığı da Batı’da kaygı yaratıyor. Çin güneş enerjisi tedarik zincirinin % 80’ini kontrol ediyor, bu oranı 2024 yılına kadar % 95’e yükseltmeyi planlıyor.

Çin lityum iyon pil piyasasına egemen, rüzgar tribünleri sektöründe çok güçlü bir üretici ve temiz hidrojen enerjisinde hızla kapasite yaratmaya çalışıyor.

Bir podcasta konuşan enerji ekonomisti Tatiana Mitrova, "Avrupa vatandaşlarının, hükümetlerinin kabul etmek istemediği tatsız bir gerçek var; enerji ve gıda piyasalarında adeta bir savaş ortamı oluştu. Savaş ortamında devletler, enerji ve gıda gibi stratejik malların tedariğini piyasaların eline bırakamazlar, kendileri üstlenmek zorunda kalırlar” diyor.

Gerçekten de krizle birlikte başlayan gelişmeler bu yönde; AB yönetimi üye ülkelerden gaz tüketimini % 15 azaltmalarını istiyor.

Fransa, elektrik sistemi ENİ’yi kamulaştırmayı, nükleer enerji santralleri filosunu yenilemeyi planlıyor.

İngiltere’de enerji şirketlerinin hızla artan kârlarına ek ve büyük vergiler getirilmesi tartışılıyor.

Ana muhalefetteki İşçi Partisi fiyatların dondurulmasını talep ediyor ve iktidardaki Muhafazakar Parti'nin üyelerinin çoğunun bu talebi olumlu karşıladığı aktarılıyor.

Almanya ve Belçika da nükleer enerjiden vazgeçme planlarını rafa kaldırıyor

Fransa, Hollanda ve Danimarka’da elektrik kısıntısına, ışık söndürmeye, duş alma süresini kısaltmaya yönelik kampanyalar ortaya çıkıyor.

Tüm bunlar da 1980’lerden bu yana ekonomik yönetişim alanında egemenliğini sürdüren "Toplumu en iyi piyasalar düzenler” genel ilkesinin artık sorgulanmaya başlandığını gösteriyor. Boşuna mı "Kriz değişimin ebesidir” demişler…